Sunday, February 2, 2014

Sanat, insan, bakmak

Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:12
01 Şubat 2014, Cumartesi, Lefkoşa

Daha önceki yazılarımda da açıklamaya çalıştığım gibi; kapalı toplumlarda siyaset, spor, sağlık ve sanat ilişkileri; kültürün söze dayalı olması nedeniyle, çetrefilli yollarda karmaşık bir seyir izler.  Bu karmaşaya teknolojiyi de kattığımızda sosyolojik toz duman altında yağmur duasından medet umar oluruz. Araştıranlar tarafından denir ki: “birey olarak insan toplumsal ve kültürel bir varlık olup, bilişsel, duyuşsal ve hareket boyutlarıyla kendine özgü bir bütündür”. 

Bu bütünlük kendi halinde seyrettiği süre zarfında, tahmin edersiniz ki sorun yoktur.  Ancak toz duman yatışıp da “bakmaya” başladığında başka şeylerin arasından ayrıştırıp görebileceği “sanat eseri” sunmak gerekir insana.  Yalnızca üretilme ve sunum amacı dahi sanat eserini diğerlerinden farklı kılar.  Yapısı ve kodlanışı gereği, kendine varmak isterken hep o farklı olanın, güzelin peşindedir insan.  Güzeli arayışının her aşamasında aslında kendini gerçekleştirme ve aşmayı hedefler.  

İnsan; arayış ve çabalamaları sırasında, çevresiyle birtakım sanatsal iletişim ve etkileşimde bulunur.  Genel-geçer bazı kurallarını öğrenir sanatın, basit davranışlar kazanır.  Öyle ki bu davranışlar onun sosyal ilişkilerinde daha duyarlı, daha bilgili, daha bilinçli ve hatta daha verimli olmasına yardımcı olur.  Sanatla ilgili bu kazanımlar, giderek bireyin öteki yaşam alanlarına da yansır.  Ancak yansımalar, kapsamı çerçevesinde ve gittikçe daha karmaşık hal de alabilir.  

İşte bu noktada hedefi için çabalayan insanın, soru sormadan kendi cevabını dillendiren baskın erk tarafından “anarşist” olarak ötelendiğini “duyabiliriz”...  Kültürü söze de dayalı toplumlarda pek çok güncel örneğini bulabileceğimiz haliyle; söz uçar, maniple olur, toza dumana karışır, çamura bulaşır, sahibine yaraşır… Sanata yaklaşamaz!  

Sanatın yakınında olmanız ve sıfatla çoğul zamir tamlamalarınızın karıştırılmaması dileğimle.

Yazarın notu: 

Değerli okurlarım; Kıbrıs Postası gazetesinde 21 Ocak 2014 tarihinde bu köşede yayınlanan “sanat, güve, muhtarlar” başlıklı yazımda “muhtarlar” sözcüğünde …lar eki, “çoğul” tamlaması olarak kullanılmıştır. Gazeteler, doksanlar, hocalar vb. gibi.  Bu tanımlamanın her ne tür kurgu ile ya da amaçla olursa olsun, bir “tekil” şahsı ifade ettiğini düşünenin aklından zoru var demektir.  Ya da aklından zoru yoktur da başka bir hesapla mesaisi vardır!  Ki ben, ne o mesainin içinde olabilirim ne de böylesi ucuz bir polemiğin içinde.  Her hal için durum abesle iştigaldir.  

Burada sadece son iki yazımı, bitmiş bir işin yanlışlığına, provokasyonla dahil edilmek istenmem üzerine, tarihe not düşmek için kaleme aldığımı açıklayabilirim.   Yaftanın arkasını, bir gün birileri mutlaka okuyacaktır… Çünkü ben belgelerin olduğu kadar kurumların kalıcılığına inanırım.  Kimi insanların bazı hesaplarıyla kurumların zarar görmesini istemem, isteyemem.


No comments:

Post a Comment