Sunday, September 20, 2015

Kıssalar, NEU Cup

Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:98



Fıkralar veya kıssadan hisseler anlatılırken her ülkede, her bölgede gelenekselleşmiş olarak anti-kahramanlar için birkaç isim kullanılır.  Bizde de bunların başını Temel çeker, Dursun, İdris, Maho da onu takip ederler.  Fıkra dinlemesini olduğu kadar, anlatmasını da seven biri olarak bugünkü yazımda, nedeni bende saklı kalarak Temel’e kıyak çekmek istedim:

Bir gün, yaralı bir kuş kadılık yapmakta olan Temel'e gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Temel, dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar; “bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”

Derviş kendini şöyle savunur: “Kadı efendi, ben bu kuşu avlamak istedim. Benden kaçmadı, yanına kadar gittim, kaçmadı. Ben de, bana teslim olduğunu düşünerek onu yakalamak istedim. Yanılmışım; tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı.  Maalesef benim onu yakalamaya çalıştığım, onun da benden kaçmaya çabaladığı sırada kanadı kırıldı.”

Bunun üzerine Temel kuşa döner ve şöyle der: “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın. O sana alenen yaklaşmış. Sen de rahatlıkla uçarak ondan kaçabilirdin. Şimdi ise kalkmış kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun!”

Kuşun yaptığı savunma Temel'i bile şaşırtır: “Kadı efendi, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar yaratandan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.” 

Temel bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister. “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın!” diye emreder.

Ancak kadının bu emrine kuş itiraz eder: “Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın!” diyerek kendinden beklenmedik bir şekilde öne atılır.

“Neden?” diye sorar Temel.

Kuş nedenini şöyle açıklar: “Kadı efendi, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şekilde gidip avlanabilir. Siz, en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”

Klasik sonuç için; her kıssadan çıkarılacak bir hisse, değerlendirebilecek için de bir mesaj vardır! Diyerek bu ilk kıssaya bir nokta koyalım.

Ancak; haritalarına nokta konulmayan, gözyaşlarının dinmediği bu coğrafyada ise; her geçen gün acıların çoğaldığını izlemek, ölümlerin, sürgünlerin, göçlerin nedenleri açık iken, insanların hala bunların ayırtına varamamış olmalarını anlamak, mümkün değil.  Bir hırs yüzünden sürüklenilen bataklıkta; postal, mekap ve takunyalı ölüler birbirine karışmış durumda.. Üçününki de “politikacısı” için şehit ancak, olan ölene oluyor.

Sosyal medyada dolaşıyor ya; “madem şehitlik o kadar yüce bir makamdır, neden senin oğlun evinde oturuyor?  

Durum onu gösteriyor ki; büyük çoğunluğun kaos ortamının nasıl ve kimler  tarafından  oluşturulduğu hakkında hiç bir fikri yok.

Belki bu fikir karanlığında biraz ışık olur diye, birkaç kere bana da gönderilen ikinci bir kıssayı paylaşmak istedim:  Bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ile Tilki Hikayesi bu kıssa!

Ders için öğrenciler sınıfta beklerken ışıklar kapanmış ve Profesör, “Küçük Horoz” adlı bir çizgi filmi göstermeye başlamış.

Filmde bir kümes gösteriliyor. Kümeste tavuklar, birkaç genç ve küçük horoz, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, kimseyi dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst beslenemeyen tavuklar da zayıf ve cılız. Yaşlı ve büyük horoz, dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecekleri kadar yem dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki, kümesin tellerinde küçük bir delik açıyor.  Küçük ve genç bir horozu kandırarak ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen genç horoz, her gün gelip tilkiden mısır almaya alışıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır veriyor. Genç horoz da hem kendisi yiyor hem de tavuklara dağıtmaya başlıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyor.

Artık popüler olan; genç ve irileşen horozun etrafında toplanıyor tavuklar.  Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiliyorlar. Bir süre böyle devam ediyor bu. Hiçbir şey de olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor.

Nihayet tilki, kümesin önündeki avluya mısır dökmeye başlıyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor.

Tilki bir süre sonra gecenin karanlığında kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar, ta mağaraya kadar gidiyorlar, hatta içeri giriyorlar.

Onları içeride bekleyen tilki, bütün kümes içeri girince mağaranın kapısını kapatıyor.”

Tam bu sırada sınıfın ışıkları yanıyor ve Profesör kürsüye çıkıyor: “işte, üçüncü dünya ülkeleri böyle yönetilir!”

Yukarıdaki iki kıssaya bir de hisse ekleyelim:

Değişik yazılarımda Üniversitelerin sadece bilim ve teknoloji de değil; aynı zamanda sanat, spor ve diğer kültür alanlarında da yatırım yapmalarının önemine değinmiştim.  Elbette ki önceliği sanata vererek yazmıştım düşüncelerimi. Bunun güzel bir örneğine daha tanıklık etmekten mutlu oldum. Paylaşayım:

Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Kadın Basketbol Takımı tarafından düzenlenen NEU Cup 2015 Cuma günü başladı. Turnuvaya; ev sahibi YDÜ, Fenerbahçe, AGÜ ve Mersin Büyükşehir Belediyesi takımları katılıyor. YDÜ ile Mersin BB. Kadın Basketbol takımlarının maçını muhteşem RA-25 Spor Salonu’nda izlemekten keyif aldım.

Daha önceki bir demecinde “…bu başarı Kıbrıs Türkü’nün neler başarabileceğinin bir göstergesidir. Küçük bir toplum olabiliriz, ama çok farklı ve özel insanlarız. Büyük yürekleri ve yetenekleri olan kişileriz. Aldığımız bu netice de bu toplumun istediğinde neler başarabileceğini göstermiştir” diyen  YDÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Doç.Dr. İrfan Günsel, “bilimde, teknolojide, sanatta ve sporda her geçen gün başarılara imza attığımız üniversitemizde; güzel bir organizasyona daha ev sahipliği yapmaktan gurur duyuyoruz. Türkiye Basketbol Federasyonu, Kadınlar Basketbol Süper Liginde mücadele eden üç güçlü takımı ağırlıyoruz. Sporun her alanında olduğu gibi, her takımın kendi evinde oynaması önemli bir avantaj sağladığı ve aynı zamanda bir hak olduğu için; biz de diğer takımlar gibi bu hakkımızı, karşı gerekçeler ne olursa olsun, kendi evimizde oynayarak kullanmak istiyoruz. Maçlarımızı kendi evimizde oynamak istiyoruz” dedi.

İki kıssa ve bir hisse; spor da yapın, sanata yakın kalın…

No comments:

Post a Comment