Sunday, September 27, 2015

Ritüeller, bayram, zil

Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:99



Bugün; yazılarımdaki genel çizginin biraz dışına çıkıp, uzun zamandır belleğimde beni rahatsız eden insan “boğazlama” görüntülerine, müslümanın müslümana layik gördüğü bu vahşete, şöyle uzaktan ve yüzeysel dokunmak istedim! Neredeyse tümüyle sıkıntılı bir duruma, insan odaklı yaklaşım, hafif bir dokunuş!

“Işığı önüme alıp yürüyeceğim, gölgem beni takip etmese de olur!”   

Bilimsel kaynaklar; tanrılar ya da “bir inanç” uğruna canlıların kurban edilmesi geleneğinin kökeninin binlerce yıl öncesine, dört semavi din öncesine dayandığını söylüyor.  Öbür yandan; ilk aşk cinayetinin tarafları olan Habil ve Kabil’in tanrıya kurban sunduğundan da dini kitaplar bahsediyor...

Yazının bulunuşundan önce kurban ritüellerinin nasıl uygulandığına ilişkin kesin bilgiler olmamakla beraber; araştırmaların dayandığı değişik “verilere” göre açıklanan kurban ritüellerinin, MÖ.4000 yıllarına kadar indiği düşünülmektedir...  Yazının bulunuşu ve bugüne kadar gelen o bilgi aktarımı ile günümüzden çok önce yaşamış uygarlıkların kurban ritüelleri hakkında bir şeyler söylemek mümkündür.  Şöyle ki:

“MÖ.4000-MÖ.2000 yılları arasında bugünkü Güney Irak’ta, bilinen ilk sistemli yönetimi kuran ve kendinden sonraki birçok medeniyete etki eden Sümerlerde kurban ritüelleri, Ziggurat adı verilen tapınaklarda gerçekleşirdi. Kişisel kurban ritüellerinde genellikle, ekmek, şarap, tereyağı, bal, tuz gibi yiyecekler kutsal mekandaki Tanrı heykelinin önüne konuluyor, sağ ayağı ve böbrekleri kızartılarak Tanrıya ikram edilecek olan bir sığır öldürülüyor, törene katılanlar arasında paylaşılıyordu. Toplu törenlerde ise, hayvanların insanlar için yaratıldığı vurgulanırken, bu durum şu sözlerle orada bulunanlara özenle anlatılıyordu:

Koyun insanlığın vekilidir; insan yaşamı için bir koyun vermelidir, insan başı yerine bir koyun başı vermelidir (http://arkeofili.com/?p=7097).”

Semavi dinlerden önce başlayan bu “anlatımın” günümüzde (nerede ise 6.000 yıl sonra) ve hala geçerli olduğu sosyolojik bir realitedir!

Başka bir realite olarak; yalan, dolan, talan ile büyük bir sosyal çöküntünün yaşandığı ve müslümanın müslümanı boğazladığı günümüz var!  Pek çok insanın; yalnızlığa terk edilmiş güzel ülkede; acılar ve gözyaşlarını dikkate alıp “kurban” bayramını kutlamadığını görmek şaşırtıcı olmamalıdır diye düşünüyorum..  Ben de üzüntülerimi “insanlar ölmesin” önceliği ile  paylaşıyorum, bağışlayınız!

Üç gündür sosyal medyada ve yayın organlarında tanık olduğum burukluğu, benim gibi binlerce insanın yaşadığını tahmin ediyorum. En az kutlama mesajı aldığım ve gönderdiğim bayram oldu bu bayram. Bir tarafta refleks kırılması; öbür tarafta inadına kanayan parklar, bahçeler, caddeler, sokaklar ve nihayet deniz… Bulunduğumuz coğrafyada akan kanın sorumluları aleni olarak ortalıkta gezerken, “yaşadığımız acılar nedeniyle bayram kutlamak içimden gelmiyor” diyorsa insanlar, siz ne dersiniz?..  Bu nedenle; Can Yücel’in “Bayram” adlı şiirini acılara ve gözyaşlarına inat ve biraz da insanı merkeze alarak paylaşmayı tercih ediyorum:

Bayram

Nefes almak bayramdır mesela; 
günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, 
elden ayaktan düşmemek, 
zihinden önce bedeni kaybetmemek, 
kurda kuşa yem olmayıp 
"çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi 
ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...
En acıktığın anda 
dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, 
korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, 
dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek 
bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, 
tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, 
saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...
Yeni eve asılan basma perdeler, 
alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, 
yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, 
akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, 
sevdalı bir elin tende gezmesi,
nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi 
bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; 
ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram..
Bunların kadrini bilirseniz, 
kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, 
bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun..!


Her yıl değişkenlik gösteren tatiller nedeniyle; bu yıl da üniversitelerin akademik takvimlerinin uygulanmasında sıkıntılar yaşanıyor. Ailesinden uzak ya da, yurtdışında okuyan öğrenciler için bu durum pek de hoş olmadı denilebilir. Çünkü kısa bir yarıyıl tatili, yaz okulu derken önümüzdeki akademik yıl oldukça sıkışık geçecek gibi görünüyor.

Umberto Eco; özet olarak “öğrencilerle gençleşiyorum” demişti.  Kişisel tarihim, her geçen yıl bu sözü bana yeniden hatırlatıyor!  Lefkoşa’ya doğru baktığımda Yakın Doğu Üniversitesinin öğrenci yurtlarını görüyorum… Tatil bitti artık, zil çaldı, odalarda ışıklar yanıyor!

Mezun olup gidenlerin yolu açık olsun, başlayanlara ise başarılar diliyorum!

İnsanların öldürülmediği, doğanın katledilmediği; güzel bir dünya için sanata yakın kalın...

No comments:

Post a Comment