Saturday, April 2, 2016

Sabahattin Ali, tiyatro

KIBRIS gazetesi, 2016-04-02, Cumartesi, sayfa:30



Acı ile sınanan bir coğrafyanın bireyleri olarak, hergün yeni sınavlarla karşıkarşıya olmaktan kurtulmak için, herkes çareler arama peşinde.  “Bu da olmaz artık”, “bu kadarına da pes” dedirten yüzlerce olayın uzağından yakınından geçmeniz gerekmiyor.  Siz yerinizde dursanız dahi olaylar gelip sizi buluyor...  Öyleyse hareket etmekte yarar vardır diyerek, geçen Pazar davet üzerine Yakın Doğu Üniversitesi Sahne Sanatları Fakültesince sergilenen tiyatro oyununa gittim.

Oyuna ilişkin haberde önce okudum: “Hiçbir acı baki değildir, üflersin geçer. Bazılarına biraz daha çok üflemen gerekir, hepsi bu.” mısralarının sahibi,1907-1948 yılları arasında yaşamış ve 1948 yılında fail-i meçhul bir saldırı sonucu 41 yaşında hayata veda eden, Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden öykü, şiir ve roman yazarımız Sabahattin Ali’nin şiir ve bu şiirlerinden bestelenmiş şarkıların seslendirileceği “Kürk Mantolu Şarkılar”la seyirci karşısında olacağız.”

Gençlik yıllarından itibaren sürekli hakkında açılan davalarla uğraşan,  yazdığı dergiler kapatılan, işsiz kalan, ülkeyi terk etmek isterken de öldürülen  Sabahattin Ali; daha yenilerde “Sabahattin Ali Şiiri Olduğunu Bilmediğiniz on Meşhur Şarkı” yazısı ile karşıma çıkmıştı. Şaşırmıştım, çünkü o şarkıların çoğunun ona ait olduğunu ve hatta kimi sözlerinin benim hatırladığım gibi de olmadığını bilmiyordum.

Ardından da, merak edip araştırınca “aydın” öldürmenin çok da yeni bir şey olmadığını bir kez daha gördüm.

Sonra da tiyatroda onun resminin gölgesinde söylenen şarkılar ve okunan şiirlerde bu haftanın konusunu buldum. Evet, bu sefer Sabahattin Ali’yi yazıyordum.

Kırkbir yıllık ömrüne bu güzel şiirleri sığdırmış, ömrünün çeyreğini hapislerde çürütmüş, Türk öykücü, şair, öğretmen, yazar ve gazeteci Sabahattin Ali kimdi?

Bir de bugün; yani 2 Nisan, onun öldürüldüğü gün.

Öyleyse şiir ile başlayalım:

1.  Leylim Ley 
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni

Aldım sazı çıkmış gurbet görmeye
Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna buna sormaya
Senden ayrı ne hal oldum gör beni

Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni

2.  Dağlar 
başım dağ saçlarım kardır
deli rüzgarlarım vardır
ovalar bana çok dardır
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…

şehirler bana bir tuzak
insan sohbetleri yasak
uzak olun benden uzak
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…

kalbime benzer taşları
heybetli öter kuşları
göğe yakındır başları
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…

yarimi ellere verin
sevdamı yellere verin
yelleri bana gönderin
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…

bir gün kadrim bilinirse
ismim ağza alınırsa
yerim soran bulunursa
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…

Şiirlerle dolu, soluk soluğa takip edilebilecek kırkbiryıllık bir yaşamöyküsüydü onunkisi. Yaşamı boyunca sosyalist ve muhalif kimliği yüzünden çeşitli baskılara uğramış, cezaevlerinde yatmış ve en sonunda öldürülmüştü.  Kimilerine göre siyasi bir cinayete kurban gitmişti, 1937'de yayımlanan gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biri olarak gösterilen ‘Kuyucaklı Yusuf’ romanının ve 'Kürk Mantolu Madonna'nın yazarı Sabahattin Ali.   Hıfzı Topuz, Ali'nin yaşamını anlattığı 'Başın Öne Eğilmesin' adlı kitabında bu cinayetin zanlısını 'karanlık güç' olarak göstermiş ve yazarı 'emperyalizmin ilk kurbanı' olarak nitelemiştir.

Sabahattin Ali hakkında biraz daha detaya bakalım:

25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere (Bugünkü Ardino, Bulgaristan) kazasında doğar. Yüzbaşı babasının görevi nedeniyle çocukluğunda sık sık yer değiştirir. 1921'de Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgali altında olduğu için aile çok zor günler geçirir. Öğretmen okulunu bitiren Ali, bir süre Anadolu'da görev yaptıktan sonar, Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya gider ve iki yıl orada kalır. Ülkeye döndüğünde de ilk cezaevi deneyimini yaşar.

3.  Aldırma Gönül 
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma

Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre devlet hizmetinde çalışan Ali, görevini bırakmak zorunda kalır ve gazeteciliğe başlar. Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, iktidarın kışkırtmasıyla meydana gelen Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalır. Sonra da Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarırlar.  Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirir ve aydınlar ile kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirir. 

Ancak yazdığı dergiler, tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşır ve kapatılır. Bu dönemde de yazıları dolayısıyla sık sık mahkûm olur.

4.  Geçmiyor Günler 
burda çiçekler açmıyor
kuşlar süzülüp uçmuyor
yıldızlar ışık saçmıyor
geçmiyor günler geçmiyor.

avluda volta vururum
kah düşünür otururum
türlü hayaller görürüm
geçmiyor günler geçmiyor.

dışarıda mevsim baharmış
gezip dolaşanlar varmış
günler su gibi akarmış
geçmiyor günler geçmiyor.

gönülde eski sevdalar
gözümde dereler bağlar
aynadan hayalin ağlar
geçmiyor günler geçmiyor.

yanımda yatan yabancı
her söz zehir gibi acı
bütün dertlerin en gücü
geçmiyor günler geçmiyor

Halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren "Dağlar ve Rüzgâr" (1934) adlı kitabı edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırır. Örneğin Yaşar Nabi Nayır, hakkında şu övücü satırları yazar: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali, tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissettirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor.”Ancak, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmez, sadece hikâye ve roman yazar.

Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?"

1948'de Paşakapısı cezaevinden çıktıktan sonra ise hayatının en zor günleri başlar. İşsiz kalır, işportacılık ve nihayet kamyonculuk yapar. Hiçbirinde tutunamayınca da yurtdışına çıkıp yeni bir hayat kurmak ister. Pasaport alamayan Ali, Bulgaristan sınırını gizlice geçmek ister...

1948 yılının Haziran ayı ortalarında Kırklareli'nin Sazara Köyü yakınlarında bir çoban, çıplak bir erkek cesedi bulur.  Kimliği ve neden öldürüldüğü uzun zaman anlaşılamayan bu ceset, Nâzım Hikmet'in "Türk edebiyatının ilk gerçekçi hikâyeci ve romancısı" diye nitelediği Sabahattin Ali'ye aittir.

“Sabahattin Ali Şiiri Olduğunu Bilmediğiniz on Meşhur Şarkı” listesi şunlarla tamamlanmış:
Göklerde Kartal Gibiydim, Çocuklar Gibi, Ben Sana Vurgunum, Melankoli, Bir Yürek Kaldı Avucumda, Benimsin Diyemediğim

Açık kaynaklara göre; Sabahattin Ali'yi 2 Nisan 1948'de öldürdüğünü itiraf eden ve Emniyet mensubu olduğu iddia edilen şahıs, dört yıla hüküm giyer; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalır...

Sabahattin Ali ve tiyatro oyunu ayakta alkışlandı!

Siz sanata ve şiire ve de tiyatroya yakın kalın...