Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:43
07 Eylül 2014, Pazar, Lefkoşa
YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!
KKTC’de, geçtiğimiz hafta bir “fotoğraf” üzerinden koparılan yaygara, basında ve sosyal medyada son dönemlerin en popüler konularından biri oldu. Duygusallık, fotoğraf okuma, siyaset, sanat ve insan kapsamlı bir konu olması nedeniyle; benim için de müdahil olma gereği hasıl oldu.
Bundan hareketle ve hızlı bir çıkarımla; siyaset ateşinin bir türlü düşmediği şu coğrafyada, gündeme bakınca, nisana kadar daha çok canların yanacağını söylemek kehanet olmasa gerek. Duygusal tarafım düşüncelerimi ya da tespitlerimi yazmaktan yana. Ancak; mantığımın burada zorlandığını görmekle beraber, duygusal tarafıma yan tutacağım!
Elbette benim de bir dünya görüşüm var. Bununla beraber; bugünlerde dinmekte olan toz duman arasından ucuz kahramanlıklar için fırsat kollayan kalemşorların, çoğunlukla da karşı tarafa yüklenmek için sosyal sığınak olarak kullandığı, moda eyleyip sıklıkla dillendirdikleri, argüman olarak ise artık sahipsiz kalan, değmesin yağlıboya misali ortalıkta gezen, bizim kuşağın ise üniversite yıllarında maalesef yaşadığı bir darbe tecrübemiz dahi var.
Bitmedi; 2003’den beri, farklı kurum ve düzeylerde yürüttüğüm idarecilim sırasında yaşanmışlıklardan edindiğim ve halen edinmekte olduğum tecrübelerim de var. O nedenle öğrenmeyi seven birisi olarak, o fotoğrafın peşinden yeni tecrübeler için koşmayacağım!
Ancak ve şimdilik biraz yürüyeceğim!
Türkiye’de bir çalıştayda olmama rağmen; sosyal medyadan ve basından olanları merakla izledim. Olumlu veya olumsuz eleştiriler arasından gerçekten dürüst ve samimi yorum yapanları, herkes gibi ben de takdirle karşıladım. Sağduyulu olduklarına inandığım bu insanların yaklaşımları önemsenmelidir. Konunun meraklılarına kimsenin ruhunu şad etmeden de yol gösterebilecek sosyolojik derinliğe sahip, eleştirel yorumlar olarak örneklenebilir bu yazılar. Siyaset sahnesinde nüfus açısından hele böylesi küçük ölçekli bir toplumda, kalemin sivriliğinin yaratacağı tehlike, bedeli ağır sonuçlara dönüşebilir.
O fotoğrafta olup da, tartışmalara konu olan KKTC Meclis Başkanı Sayın Sibel Siber; Yakın Doğu Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinin beşincisini geçtiğimiz Mayıs ayında düzenlediği, AKADEMİADA Uluslararası Sanat Akademisini; öncelikle çalışmalar sırasında ve ardından da sergiyi gezerek bizleri onurlandırmıştı. Sayın Siber; ayrıca katılımcı sanatçıları da ağırlamıştı.
Yine sayın Siber; KKTC Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası yasasının meclisten çıkması ve Meclis Koleksiyonunun ilk defa kataloglu bir sergi ile kamuoyuna açılması nedeni ile de “sanata hizmet” açısından, en azından yanında olmayı hak ediyor diye düşünüyorum. Yine düşünüyorum ki; sanatın yanında olan bir bireyin, “insani” bir durumunda yanında olmak, sadece vefa gereği bile dikkate alınarak, bir duygusal taraf olmaktır aleniyeti ile hadi bakalım, yazalım:
Bir görüşme sürecindeki muhataplardan birinin, tam da kendini deşifre eden bir anını; değil estetik, kompozisyon açısından dahi hayli sorunlu, sadece belgesel niteliği olan bir fotoğrafla yakalamak ve yayınlamak; gazetecilik açısından belki başarı olarak değerlendirilebilir.
Oldukça renkli figürlerin doldurduğu fotoğrafta, statü ve o anki pozisyonlarına dokunmadan; fotoğraftaki yalnızca birinin vücut dili ile yüz ifadesine odaklanarak okumalar yapmak, çok da sağlıklı değildir diye düşünüyorum. Çünkü; boyama resim yapan sanat öğrencilerine öğretildiği üzere; her cisim yanındakinin rengini alır!
O karelerdeki sıkıntı ve ortamdan kaynaklanan kasavetin ağırlığını yaşayanlar bilir. O nedenle de yüz ifadelerindeki gerginliği veya doğal olmama durumunu teslim etmek gerekir. Hele de sorumluluklar beklentilere dolanıyorsa, sadece o fotoğraf değil, daha nice o fotoğraflar basında karşımıza çıkabilir.
Eğer muhatap insansa ve istiyorsa; karşısına düşenlere, varoluşundan beri neler yaptığı, (hep kazananların yazdığı!) tarih sayfalarında görülebilir… Bugünün teknolojik olanakları, iletişim araçları, sosyolojik durumu ve siyasi heyecan içinde o fotoğraf da tarihteki yerini almıştır artık. Yine de; toplumsal hafızanın, nerede ise üç haftada bir formatlandığı bir toplumda yarına neler kalacağı ve kalanların sonuçları nasıl etkileyeceği soruları, anketlerde bile yer almayacaktır.
O fotoğraf üzerinden yapılanın, bugünkü siyasi durum veya hareketlilik içinde, fırsata dönüştürülmeye çalışılan bir saldırı malzemesine devşirilme çabasının bir parçası olduğu dahi söylenebilir. Elbette bu gayretlerin doğrudan hedefleri veya davranışların yan anlamları da olacaktır.
Evet, Nisan ayına daha epey zaman var, daha neler göreceğiz, ne senaryolar dinleyeceğiz, ne öyküler okuyacağız… Kendi içinde böylesi hoşgörülü bir toplumda, olumsuz tepkileri için zemin arayanların, özellikle de kadınların insafsız tutumu; geçen süre içinde ısrarla yıpratılmaya, mağdur edilmeye çalışıldığını tahmin ettiğimiz muhatabın lehine rüzgarların esmesine yol açmıştır diye düşünüyorum.
Her tür seksist ayrışmadan uzak durarak, ancak kadınların tavrının Freud veya bilinçaltına kadar inmeye gerek kalmadan yorumlanması da “yüklenme” kadar kolay bir durum. Yine de ve sanırım, hatırlatma olarak, Freud ve bilinçaltı, sadece olayın muhatapları açısından, okuyanlarda yeterli çağrışımı uyandıracaktır!
Yine başka bir çağrışım için; eskiden TRT’de yayın kesintileri sırasında ekrana maşrapa slaytları gösterilirdi, ben de o fotoğraf yerine böyle bir görseli, bugünkü konuya daha farklı bir yaklaşım getireceği beklentisi ile yazıya eklemeyi tercih ettim... Tekraren; nostaljik bir çağrışımla öyle bir görüntü, konuyu okurken oluşabilecek stresi daha aza indirecektir diye ümit ediyorum!
Yerel ağızla; “günün sonunda” kazanan rüzgarları arkasına alan olacaktır! Yakın tarih, bunların örnekleriyle doludur. Nisan ayı da çok uzak bir tarih değil!
Yazının başlığı ile konuyu bağdaştırıp kapatayım: Ne gördüğün; neye inandığına ve neye baktığına bağlıdır. Sen, gördüğün kadarsın!
Görün, saldırmayın, seçin, sanatla kalın…
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:43
07 Eylül 2014, Pazar, Lefkoşa
YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!
KKTC’de, geçtiğimiz hafta bir “fotoğraf” üzerinden koparılan yaygara, basında ve sosyal medyada son dönemlerin en popüler konularından biri oldu. Duygusallık, fotoğraf okuma, siyaset, sanat ve insan kapsamlı bir konu olması nedeniyle; benim için de müdahil olma gereği hasıl oldu.
Bundan hareketle ve hızlı bir çıkarımla; siyaset ateşinin bir türlü düşmediği şu coğrafyada, gündeme bakınca, nisana kadar daha çok canların yanacağını söylemek kehanet olmasa gerek. Duygusal tarafım düşüncelerimi ya da tespitlerimi yazmaktan yana. Ancak; mantığımın burada zorlandığını görmekle beraber, duygusal tarafıma yan tutacağım!
Elbette benim de bir dünya görüşüm var. Bununla beraber; bugünlerde dinmekte olan toz duman arasından ucuz kahramanlıklar için fırsat kollayan kalemşorların, çoğunlukla da karşı tarafa yüklenmek için sosyal sığınak olarak kullandığı, moda eyleyip sıklıkla dillendirdikleri, argüman olarak ise artık sahipsiz kalan, değmesin yağlıboya misali ortalıkta gezen, bizim kuşağın ise üniversite yıllarında maalesef yaşadığı bir darbe tecrübemiz dahi var.
Bitmedi; 2003’den beri, farklı kurum ve düzeylerde yürüttüğüm idarecilim sırasında yaşanmışlıklardan edindiğim ve halen edinmekte olduğum tecrübelerim de var. O nedenle öğrenmeyi seven birisi olarak, o fotoğrafın peşinden yeni tecrübeler için koşmayacağım!
Ancak ve şimdilik biraz yürüyeceğim!
Türkiye’de bir çalıştayda olmama rağmen; sosyal medyadan ve basından olanları merakla izledim. Olumlu veya olumsuz eleştiriler arasından gerçekten dürüst ve samimi yorum yapanları, herkes gibi ben de takdirle karşıladım. Sağduyulu olduklarına inandığım bu insanların yaklaşımları önemsenmelidir. Konunun meraklılarına kimsenin ruhunu şad etmeden de yol gösterebilecek sosyolojik derinliğe sahip, eleştirel yorumlar olarak örneklenebilir bu yazılar. Siyaset sahnesinde nüfus açısından hele böylesi küçük ölçekli bir toplumda, kalemin sivriliğinin yaratacağı tehlike, bedeli ağır sonuçlara dönüşebilir.
O fotoğrafta olup da, tartışmalara konu olan KKTC Meclis Başkanı Sayın Sibel Siber; Yakın Doğu Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinin beşincisini geçtiğimiz Mayıs ayında düzenlediği, AKADEMİADA Uluslararası Sanat Akademisini; öncelikle çalışmalar sırasında ve ardından da sergiyi gezerek bizleri onurlandırmıştı. Sayın Siber; ayrıca katılımcı sanatçıları da ağırlamıştı.
Yine sayın Siber; KKTC Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası yasasının meclisten çıkması ve Meclis Koleksiyonunun ilk defa kataloglu bir sergi ile kamuoyuna açılması nedeni ile de “sanata hizmet” açısından, en azından yanında olmayı hak ediyor diye düşünüyorum. Yine düşünüyorum ki; sanatın yanında olan bir bireyin, “insani” bir durumunda yanında olmak, sadece vefa gereği bile dikkate alınarak, bir duygusal taraf olmaktır aleniyeti ile hadi bakalım, yazalım:
Bir görüşme sürecindeki muhataplardan birinin, tam da kendini deşifre eden bir anını; değil estetik, kompozisyon açısından dahi hayli sorunlu, sadece belgesel niteliği olan bir fotoğrafla yakalamak ve yayınlamak; gazetecilik açısından belki başarı olarak değerlendirilebilir.
Oldukça renkli figürlerin doldurduğu fotoğrafta, statü ve o anki pozisyonlarına dokunmadan; fotoğraftaki yalnızca birinin vücut dili ile yüz ifadesine odaklanarak okumalar yapmak, çok da sağlıklı değildir diye düşünüyorum. Çünkü; boyama resim yapan sanat öğrencilerine öğretildiği üzere; her cisim yanındakinin rengini alır!
O karelerdeki sıkıntı ve ortamdan kaynaklanan kasavetin ağırlığını yaşayanlar bilir. O nedenle de yüz ifadelerindeki gerginliği veya doğal olmama durumunu teslim etmek gerekir. Hele de sorumluluklar beklentilere dolanıyorsa, sadece o fotoğraf değil, daha nice o fotoğraflar basında karşımıza çıkabilir.
Eğer muhatap insansa ve istiyorsa; karşısına düşenlere, varoluşundan beri neler yaptığı, (hep kazananların yazdığı!) tarih sayfalarında görülebilir… Bugünün teknolojik olanakları, iletişim araçları, sosyolojik durumu ve siyasi heyecan içinde o fotoğraf da tarihteki yerini almıştır artık. Yine de; toplumsal hafızanın, nerede ise üç haftada bir formatlandığı bir toplumda yarına neler kalacağı ve kalanların sonuçları nasıl etkileyeceği soruları, anketlerde bile yer almayacaktır.
O fotoğraf üzerinden yapılanın, bugünkü siyasi durum veya hareketlilik içinde, fırsata dönüştürülmeye çalışılan bir saldırı malzemesine devşirilme çabasının bir parçası olduğu dahi söylenebilir. Elbette bu gayretlerin doğrudan hedefleri veya davranışların yan anlamları da olacaktır.
Evet, Nisan ayına daha epey zaman var, daha neler göreceğiz, ne senaryolar dinleyeceğiz, ne öyküler okuyacağız… Kendi içinde böylesi hoşgörülü bir toplumda, olumsuz tepkileri için zemin arayanların, özellikle de kadınların insafsız tutumu; geçen süre içinde ısrarla yıpratılmaya, mağdur edilmeye çalışıldığını tahmin ettiğimiz muhatabın lehine rüzgarların esmesine yol açmıştır diye düşünüyorum.
Her tür seksist ayrışmadan uzak durarak, ancak kadınların tavrının Freud veya bilinçaltına kadar inmeye gerek kalmadan yorumlanması da “yüklenme” kadar kolay bir durum. Yine de ve sanırım, hatırlatma olarak, Freud ve bilinçaltı, sadece olayın muhatapları açısından, okuyanlarda yeterli çağrışımı uyandıracaktır!
Yine başka bir çağrışım için; eskiden TRT’de yayın kesintileri sırasında ekrana maşrapa slaytları gösterilirdi, ben de o fotoğraf yerine böyle bir görseli, bugünkü konuya daha farklı bir yaklaşım getireceği beklentisi ile yazıya eklemeyi tercih ettim... Tekraren; nostaljik bir çağrışımla öyle bir görüntü, konuyu okurken oluşabilecek stresi daha aza indirecektir diye ümit ediyorum!
Yerel ağızla; “günün sonunda” kazanan rüzgarları arkasına alan olacaktır! Yakın tarih, bunların örnekleriyle doludur. Nisan ayı da çok uzak bir tarih değil!
Yazının başlığı ile konuyu bağdaştırıp kapatayım: Ne gördüğün; neye inandığına ve neye baktığına bağlıdır. Sen, gördüğün kadarsın!
Görün, saldırmayın, seçin, sanatla kalın…