Sunday, September 13, 2015

Flux, sergi, olmak

Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:97



Epey zamandır KKTC’deki galerilerde genç kuşaktan birilerinin “nitelikli” bir sergisi üzerine yazmak ümidimi yitirmeden, o zamanın gelmesini bekliyordum.

Bu yıl Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinin Mezuniyet Sergisini gezerken bu ümidimin yerinde ve toplumsal beklentimin ne kadar gerekli olduğunu fark ettim.

Kurum olarak bu Fakültenin önümüzdeki yıllarda KKTC sanat ve kültür hayatına önemli katkılar yapacak veya bayrağı taşıyacak genç sanatçı adaylarını yetiştiriyor olmasını görmekten, o sergide büyük keyif almıştım. YDÜ GSTF kurulmadan önce sanata veya tasarıma merak duyanların kendilerini İngiltere veya Türkiye’ye deki sanat eğitimi veren okullara atmaları normaldi. Bunun hala daha devam ettiğini görmekten çok da mutlu olduğumu söyleyemem.  Çünkü her nereden diplomasını alırsa alsın KKTC’ye döndüğünde akademisyen olmak isteyenler, nedense gelip YDÜ GSTF’nin kapısını çalıyorlar. Kapının dışında kalanların dışarıdaki çabalamalarını da takdirle karşıladığımı hemen belirteyim. Onlara destek olmak, sorduklarında yol göstermek, YÖK ve YÖDAK onaylı yüksek lisans ve Doktora çalışmaları için yardımcı olmak, elbette bu fakültenin kuruluş amaçlarından olduğu için, elimizden geleni yaptığımızı söylememe gerek yok sanırım.

Bu kısım birinci gözlemim ya da durum tespitim idi. İkinci tespit ise daha “dokunaklı” bir tespit. Dört yıllık sanat öğrenimi sürecini tamamlayıp mezun olan “sanatçı adayları” hemen kendilerine bir alan açabilmek için öğrencilik dönemlerinden kalan işlere birkaç tane daha ekleyip, arka fonda “insan hakları, ezilenler, özgürlük”, gibi klişe sözlerin gürültüsü eşliğinde bir etkinlik gerçekleştirdiklerinde, işleriyle beraber tavır olarak “hamdım, piştim, sanatçı oldum” eğilimi sergiliyorlar!  Estetize edemedikleri siyasi konular veya sloganların arasına, kan grubunu dahi artı bir değer olarak katanların “plastik” sorunları çözümleyemeden, sosyal sıkıntılarla ilgileniyor gibi yapıp “sanatçı” yaftası takınmak gayretlerini anlamak okuyabilen için çok kolay. Aynı oyun havası ile ritim ve yer tutmaya çalışan birkaç kişi daha olunca etrafta, bunların birbirlerini “sanatçı” olarak çağırmalarını duymak “doğal” bir sonuç olacaktır.

Hoca olarak katıldığım 1987’deki ilk mezuniyet töreninden sonra izlediğim onlarca genç yeteneğin “mezun oldum ben oldum” ters yön rüzgarı ile yok olup gittiğinin tanığı olmaktan pek keyif aldığım söylenemez.  Ancak; coğrafi konum veya mezun olunan kurum ayrımı yapmadan, her yıl bu tür girişimlerde bulunmak isteyenlerin tavır ve davranışlarına katılmasam da kendilerinin heyecan ve motivasyon nedenlerini daha anlar olduğumu buradan paylaşayım!

“Batu Gündal 1983 İngiltere doğumlu, on yaşında ailesi İle Kıbrıs’a yerleşmiş ve orada ortaokul ve lisenin yanında altı sene boyunca Kıbrıslı sanatçı Salih Oral’ın yanında özel resim kurslarıyla çocukluğundan gelen resme olan ilgisini geliştirmiş. Daha sonra Hacettepe Üniversitesinde resim bölümünü kazanıp eğitimine orda Prof. Hasan Pekmezci’nin atölyesinde devam etmiş. Mezun olduktan sonra İngiltere ve Kıbrıs'ta kendini geliştirme maksadıyla farklı projeler ve etkinliklere yer verdi. Bunlar arasında restorasyon, resim performansı, workshoplar, duvar resmi (mural) çalışmaları ve sergiler yer alıyor. 2010-2013 yıları arasında kendi oluşturduğu “Express yourself” atölyesini çalıştırmış özel resim dersleri verip workshoplar yapmıştır. Şu anda özel bir şirketin grafik tasarım işlerinden sorumlu. Batu Expressif bir ressam, insan psikolojisi, kişinin ruh hali ve yaşanmışlıklar üzerinden yola çıkarak genellikle nü ve figüratif  çalışmalarla karşımıza çıkıyor.” 

Yılarca ve ısrarla tartışıldığı üzere; akademik eğitim almak için üniversitelere giden gençlerin çoğu geleceklerine ilişkin sorularını dördüncü sınıfın başlarında kendilerine sorarlar “ben ne yapacağım” diye… Sorunun cümle dizilimi ve kelimeleri değişse de içeriği aynıdır. “Üniversite kazanmak, istatistikler” başlıklı yazımda şöyle demişim: Tam da her şey yoluna girdi derken, dördüncü yılın yağmurlu bir Eylül akşamında akla gelir o tabu soru; “ben, mezun olunca ne yapacağım”.  İşte dört yıl öncesinden belki de daha öncesinden  sorulması gereken soru budur!  Özellikle sanat eğitimi alanların “o fakülteye” bir şekilde girebilmek için herhangi bölümünü kazanmayı kabul etmeleri, aslında sonradan ortaya çıkacak sorunların ayak seslerini duymamazlıktan gelmeleri ile eşdeğerdir.

En çok da Grafik veya Grafik Tasarım bölümlerine yönelik bir alan kayması kendini belli eder mezuniyet sonrası. (Bu konuda epey kalıcı fikir yürüttüğüm önceki yazılarımda görülecektir!)  Alan kayması bağlamında; akademik, sosyal ve ekonomik koşullar göz önüne alındığında, özellikle resim bölümü mezunlarının aldıkları derslerin içerikleri (renk, oran-orantı, kompozisyon vb. gibi) açısından diğer bölümlere (heykel, seramik) göre daha şanslı oldukları açıktır.  Hele de güncel teknolojinin kullanımı konusunda becerileri iyi ise, başarılı olma şansları daha yükselir diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz hafta Batu Gündal’ın Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi Sergi Salonunda açtığı Flux (devam eden değişim durumu) isimli sergisi vardı. Yukarıda yazdıklarımın çok güzel bir örneğiydi tüm sergi. Sergi katalogunda yazılanları doğrudan aktarmanın daha yararlı olacağı ümidi ile, değiştirmeden:

“Figürlerin (insanların) çevreleriyle ve kendileriyle çatıştığı, dönüştüğü, dönüşemediği, asılı kaldığı zamanları sorgulayarak başladı herşey.
Kendimle ilgili farkındalık yaratma çabam, kısa süre içinde kişisel olmaktan çıktı. Ben, sen, hepimiz değişim çarkının içindeyiz. Aidiyet, önyargılarımız, toplumun boşvermiş halleri, korkuyla yaşamamızı sağlayan çarpık sistemler, empoze edilen estetik kaygılar, psikolojik  gel-gitler, zaman ve hareket gibi kavramlar her gün bizleri hem form, hem de duygusal anlamda değiştiriyor.
Bu sergi;
İyi yada kötü yönde yepyeni bir çehreye, yepyeni bir ruha büründüğümüz bu sürecte farkında olmadan, karşı koyamadan, belki gönüllü, belki de istemeden parçası olduğumuz DEĞİŞİM’in sergisi...
Farkındalık kavramının yok edildiği bu dünyada, hepimizin deneyimlediği bu kaçınılmaz süreci sorgulamanız dileğiyle…”

Sergiyi YDÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Şenol Bektaş ile gezmeye gittiğimizde, Meclis Başkanı Dr. Sibel Siber de oradaydı! Mustafa Hastürk, Hasan Zeybek, Ceyhan Özyıldız, Nuri Ünüçok…

Prof.Dr. Bektaş; KKTC’deki önemli sanat koleksiyonerlerinden biri. Şenol hocanın yorumu ile sergiyi noktalayalım:  “Yeni ve genç bir yetenek. İllüstrasyon ve resim asarında teknik ve estetik kaygılar açısından iyi bir denge yakalamış. Kendisi ile iftihar ettim, önünde daha uzun yıllar var. Bu ilk sergisi ile bence iyi bir başlangıç yaptı. Bizim mezunlarımıza da haklarını teslim ederek; bu tür sergi ve çalışmalar, KKTC’de resim sanatının geleceğine ilişkin ümit vaat ediyor.” 

Sanat, savaş çıkarmaz! Sanata yakın kalın…