Saturday, July 23, 2016

Darbe, Ortadoğu, bahar

KIBRIS gazetesi, 2016-07-23, Cumartesi, sayfa:35



Eğer hayat normal seyri içinde akıp gelseydi bu haftaya; yüzbinlerce gencin ve ailelerinin üniversite tercihleri ve gelecek planları yaptığı bir dönemde, akademisyen olarak irdelemem gerekli bir konu olarak şimdi okuyacağınız köşemde KKTC ve üniversitelerinde eğitim içerikli bir yazı bulacaktınız.
Ama olmadı.

Geçen hafta ilk defa “memleketim” kapsamlı, seyahat yazısı tadında bir yazı kaleme almıştım. Güzel bir fotoğrafla beraber yazı Kıbrıs gazetesinde yayınlanmıştı.  Okuyanlardan birinin “oraya gitmiş kadar oldum” demesi ayrı güzeldi!  Ancak; yazıyı, sosyal medya hesaplarımda (facebook, blogspot) paylaşmaya “içim” izin vermedi.  Belki daha sonra…

Çünkü, güzel Türkiye’mde yine bir şeyler ters gidiyordu. Sadece yüzbinleri değil, tüm Türkiyeyi ilgilendiren bir şeyler oluyordu. Tanklar halkın üstüne sürülüyor, uçaklar TBMM’yi bombalıyordu!
Şu söz; bu haftaki yazı için kelimeleri toplayıp yola çıkmak adına farklı bir başlangıç olabilir diye düşündüm: “İki şekilde yaşanır hayat; ya yaşadığın her kötü olaya oturup üzülür kendine yazık edersin, ya da yaşadıklarından dersini alır yoluna devam edersin!” 

Yalnızca benim değil, elbet herkesin kişisel tarihi derslerle doludur.

Ders deyince kuşkusuz eğitim akla geliyor, eğitim deyince de Türkiye’deki en üst düzey resmi kuruluş olarak YÖK.  Yayınlanan diğer kınama mesajları arasından önceliği, YÖK’ün mesajına vererek; lanet darbe girişiminin ardından yapılan ilk açıklamalarını paylaşıyorum:

"Yükseköğretim Kurulu, Üniversitelerimiz ve akademi camiası olarak; Yüce milletimizin iradesine karşı düzenlenen, demokrasi tarihimize kara bir leke olarak geçecek bu girişimi şiddet ve nefretle kınıyoruz. Demokrasinin en önemli savunucularından olan üniversitelerimiz için gün, demokrasiye sahip çıkma günüdür.  Bütün akademik camiamız milletin iradesine saygı ve demokrasiye sahip çıkma noktasında tek vücut halindedir." 

Her dakika darbeyi lanetleyen yeni bir kınama mesajı yayınlanıyor.  Her dakika yeni bir bilgi…
Bugün için sonuç: “Türkiye Cumhuriyetine karşı bir ihanet girişimi halk tarafından akamete uğratılmıştır.”

Darbeye karşı meydanları dolduranlar, nöbet tutanlar; demokrasiye inanıp onu koruyanlardır.  Türkiye Cumhuriyetini koruyanlardır. Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi olarak demokrasiyi koruyanlardır.

Neden, bu coğrafyada demokrasiyi “korumaya” bu kadar çok ihtiyaç duyuluyor?  Nedir, bu coğrafyanın, bu coğrafyadaki demokrasinin kaderi diye yazılanların peşine düşünce, “bir kadın, bir cetvel, 30 ülke” diye bir gerçeklik çıktı karşıma.

Ortadoğu’nun ne olduğunu, dünyadaki yerini, önemini daha bir farklı gözle okurken buldum kendimi. Tarihi ve bugünü arasında ekonomik gerekçeli, inanç maskeli ve süren sorunların bölge insanı için rutine dönüştürüldüğünü gördüm.  Bu coğrafya için “insan olan” herkesin siyasi, sosyal ve diğer tüm farklılıklara karşın sıklıkla kullandığı “barış” sözcüğünün aslında mikrofonlar veya kameralar için söylendiğini duydum.  Anlamının da tarihin önünde kaydedilmiş lügatlarda saklı kaldığını!  Üstü her daim toz, toprak, acı ve gözyaşı ile örtülmüş evrensel bir hasreti, insani bir duyguyu yansıttığını gördüm.

Tarihsel ve hatta sosyal genlerinde hep sorun olan bu coğrafyanın dünyadaki yeri neresidir, sorusuna açık bilgi kaynaklarından cevap verelim:

Orta Doğu ya da Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika'nın birbirlerine en çok yaklaştıkları yerleri kapsayan ve birbirine komşu ülkelerin oluşturduğu bölgeyi tanımlar.  Akdeniz'den Pakistan'a kadar uzanır ve Arap Yarımadası'nı içine alır. Orta doğu kavramı, coğrafi olarak Avrupa’yı merkez alır.  Bu tanımlamadan hareketle, İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; Doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Orta Doğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir.

Ortadoğu kavramının öncülü Fransızların, Osmanlı Devleti’nin toprakları için kullandığı “Yakın Doğu” tanımlamasıdır. İngilizlerin 19. yüzyıla kullanmaya başladıkları, 20. yüzyılın başlarına kadar da sık sık kullandıkları bir kavramdır.

İngiltere’nin 19. yüzyıldan itibaren Hindistan ve Çin’in zenginliklerine yayılması da “Uzak Doğu” kavramının kullanılmasına neden olmuştur. Bu iki kavram batılı devletler için yeni bir bölgesel tanımlama ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.  Yine; İngilizler, Yakın Doğu terimine karşılık, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde kalan ve Uzak Doğu’ya geçişte önemli bir atlama taşı olan bu coğrafi bölge için “Ortadoğu” terimini kullanmışlardır.

İngilizlerin  Orta Doğu ülkeleri tanımına; nerede ise tümü Osmanlı Devleti sınırları içerisinde olmuş: Suriye, Irak, Katar, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ürdün, İsrail, Lübnan, İran, Filistin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Yemen, Mısır, Afganistan, Pakistan, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan, Fas girmektedirler...

Bölge; genellikle nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan devletleri kapsar. Özellikle Arap devletleri; “bir kadın, bir cetvel, 30 ülke” gerçeğinin biçimlendirilmiş halidirler.

Balkanlar; tanımın dışında tutulur. Bazı kaynaklar Somali ile birlikte kimi Kafkas ve hatta Orta Asya Cumhuriyetlerini de bu listeye dâhil etmektedirler.

Ne yazık ki son yıllarda uygulamaya konulan bir projenin Arap baharı, bu coğrafyada demokrasi değil ölümler getirmiştir, özellikle Suriye ve Irak hala ölmektedirler.

Gelelim batılı ülkeler veya egemen güçler neden bu coğrafyaya zorla ve özellikle demokrasi getirmek istemektedirler sorusunun cevabına:

Ortadoğu, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine bağlayan, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve suyollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil hedefi haline getirmiştir. “Kara altın” olarak tanımlanan petrolün 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu’nun, dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede önemlidir. 

İşte bu aleni gerekçeler ve jeopolitik önem; bölge devletlerinin demokrasiyi zorla hak etmelerinin nedenleridir!  Örneklerde olduğu gibi küresel güçler; bunu kabul etmeyenlere bahar getiriyorlar!
KKTC ve üniversitelerinde eğitim konusu bir başka bahara kaldı diyecekken; DİSİ eski Milletvekili Hristos Rotsas: “Atilla’ya saldırabilirdik, büyük ‘fırsat’ kaçırdık…” demiş!

Demiş de, cevap da yine o taraftan gelmiş: “vurgulamamız gerekir ki darbe gecesi Türk ordusu kışlalarda alarm durumundaydı, bunun gibi maceraperest bir argümana olanak tanıyacak bir rehavet içinde olması söz konusu değildi!”

Türkiye’mdeki yazın ortasına dönerek; herkesin soyut resimmiş gibi “kafasına göre” yorumladığı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığına ve milletin iradesine kasteden başarısız, hain darbeyi ve terörü lanetleyerek kapatıyorum bu haftayı…

Darbeler olmasın; demokrasi olsun, eğitim olsun, sanat olsun!