Wednesday, December 31, 2014
Sunday, December 28, 2014
Kayıp, misafir, selfi
Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:60
28 Aralık 2014, Pazar, Lefkoşa
Değerli okurlar; bu yılı uğurlama hengamesi içinde iken; geçen yıl bu köşede yayınladığım takvim içerikli iki yazıyı okudum. Bir önceki yılın son yazısını ve bu yılın ilk yazısını. Hoşçakal değil de, hoş geldin diyebilmem için, yeni yıl yazımı bir hafta daha beklemem gerek!.. Bu yılın son haftasına, aynı yazıların özetinden bir demet tekrarı çok uygun olur diye düşünüyordum ki; Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Dekan Vekili Doç.Dr. Erdal Aygenç’in köşeme “misafir olma” talebi geldi.
Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği “Kayıp” tiyatro oyunu için Erdal’ın yazısı hazırmış! Epeydir “Yakından Sanat” TV Programıma konuk almayı düşündüğüm Aliye Ummanel’in misafiri olarak oyunu; Yükselen, ben, Mustafa, Selen ve Erdal birlikte izledik.. Aliye Ummanel’i kutlayarak; YDÜ GSTF’de Yüksek Lisans çalışmaları sırasında öğrencilerim olan Hatice Tezcan, (oyunda anne rolunu oynuyor) ve Özlem Deniz Yetkili (oyunun dekor ve kostüm tasarımını yapmış) ile gurur duydum. Oyunu izledikten sonra; Erdal’ın yazısını paylaşmanın daha uygun olacağını düşündüm! Sayfaya sığdırmak için “girişini” biraz kırparak ve teşekkürle!
…
“Kayıp”, Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği, tek perde ve 9 sahneden oluşan, bir saatlik tiyatro yapıtı. Ummanel, bir Kıbrıs gerçeğinden yola çıkarak kaleme almış oyunu. Bildik, tanıdık, yaşanmış bir öykü. Ama kolaya kaçmadan, sloganlaştırmadan, zekice yazılmış. Hamlet ilişkilendirilmesi ve geçişler ustaca kurgulanmış. Hamlet’in mezar sahnesi Kıbrıs örneğinde yeniden üretilmiş. Oyun, benzer acıları yaşayan dünyanın farklı toplumlarına da uyarlayabileceğiniz özelliklere sahip. Tekrar replikler dengeli. Kıbrıs’a ilişkin diyalekt olması gereken yerlerde; izleyiciyi çok güzel yakalıyor ve oyunun evrensel kimliğini bozmuyor. Kısaca metin güçlü, net ve abartısız.
Konuya ya da içeriğe derinlemesine girmek istemiyorum. Çünkü, ilk oyundan sonra tahminim -doğal olarak- yapılacak değerlendirmelerin konu ağırlıklı olacağı idi. Benzer şeyleri tekrarlamak bir yarar sağlamayacak. Bu topraklarda hala bir çok çatının altında tazeliğini koruyan benzer öykülerin var olduğunu, canlı tanıklarının ve gerçek kahramanlarının bulunduğunu biliyorum. Onun içindir ki Ummanel’in eserde isim, kimlik kullanmaması evrensel değerleri yakalamak adına çok isabetli olmuş. Sanatta içerik biçimle ‘görünür’ hale gelir; aralarındaki ilişki, miktar ve denge doğru kurgulanırsa sanat eserine dönüşür. Ne anlattığınız kadar nasıl anlattığınız da önemlidir ve değerlidir. Bu durum farklı sanat dallarında farklı örgüler içinde aynı ilke olarak karşımıza çıkar.
“Kayıp”ta üç ana karakter var; oğlunu savaşta yitirmiş Büyükbaba (Erol Refikoğlu), kocasının kayıp kemiklerini yaşadığı topraklara gömmeyi amaç edinmiş Anne (Hatice Tezcan), dört yaşında babasız kalmış tiyatro oyuncusu Oğul (Erdoğan Kavaz). Refikoğlu kasketini takıp Hamlet yönetmeni de oluyor. Osman Ateş ve İzel Seylani diğer oyuncular. Beş kişilik ama kocaman bir ekip…Erdoğan Kavaz, Refikoğlu’na ve Tezcan’a eşlik ederken göz dolduruyor. Osman Ateş o denli ustaca kullanıyor ki jestlerini ve mimiklerini, oyunun gülümseten karakteri olarak belleklerde yer ediyor. İlk kez izlediğim İzel Seylani giderek heyecanından sıyrılıyor, rahatlıyor ve ilerisi için umut verici bir oyun sergiliyor.
Canlandırdığı her iki karakterde de ustalığını sergiliyor Erol Refikoğlu; kah gülümsetiyor, kah içinizde uykuya dalmış bir şeyleri uyandırıyor. Hele Büyükbabanın isyan sahnesinde seyircinin gözlerinin içine baka baka öyle tokatlıyor ki sizi, mıhlanıp kalıyorsunuz. Sevimli bir yaşlıdan ödünsüz bir Hamlet yönetmenine dönüşüveriyor saniyeler içerisinde. Abartısız, yalın, ‘usta bir oyunculuk nasıl olur’un dersini veriyor adeta. Tiyatroya gönül vermiş bir oyucunun, bir sanatçının hiçbir zaman emekli olamayacağını öğretiyor bize.
Anne karakterini öylesine sindirmiş ve içselleştirmiş ki, yaşından büyük bir karakteri canlandırırken usta bir performans sergiliyor Hatice Tezcan; oynamıyor, yaşıyor adeta. Akıttığı gözyaşlarını izlerken siz de elinizde olmadan göz pınarlarınızı yokluyorsunuz. Özellikle iki sahnede izleyiciyi ta şah damarından yakalıyor Tezcan. Ürperiyorsunuz. Donuyorsunuz. Eski fotoğrafları fırlattığı anda, her bir resim taş gibi ağırlaşıp yüreğinize oturuyor. Masa başında o sert duygu geçişi nasıl anlatılır, nasıl açıklanabilir bilemiyorum.
İzlediğimiz bir tiyatro yapıtı. Tiyatro, diğer sanat dallarına göre daha çok bileşeni olan bir alan. Tek başına içerik yeterli olsa idi, metni okur, ne anlattığını kavrardık. Biçimi değersiz bulsa idik şiir, öykü, roman da okumamıza gerek kalmazdı, kuş sesi dinlemekle müzik gereksinimimizi giderirdik. Oysa, o metne yaşam veren, kan taşıyan başka şeyler var tiyatroda. Dekor, kostüm, müzik, ışık, oyuncu… Ve tabii ki seyirci… İşte tiyatroyu sihirli kılan bunların uyumlu birlikteliği. Sahne arkası da dahil, dişlilerin yerinde, doğru ve istenir ‘biçim’de çalışması gerekir.
LBT’nin bir özelliği, sahne ile salonu ayıran platform ya da benzeri bir şey yok. Sanki izleyici olarak siz de içindesiniz sahnenin. Çok sıcak ve samimi bir ilişki. Bu ilişkinin kurulmasında dekor ve kostüm tasarımcısı Özlem Deniz Yetkili’nin katkısı büyük. Belli ki oyunu çok iyi okumuş Yetkili. İyi bir sahne tasarımının oyuna ne denli katkı sağladığına tanıklık ediyorsunuz “Kayıp” ta. Ne gerekiyorsa o. Bunu da koyalım, şunu da gösterelim endişesi yok. Hele mezar sahnelerinin tozu-toprağı, seyirciye ‘sahne tozu yutma’ şansı vermesi bir zeka kıvraklığı, cesaret işi. İşlevsiz bir şey yok. Kuşkusuz dekoru gerçekleştiren, oyuna kendi kimliği ile de dahil olan Rıza Şen’i de kutlamak gerekir.
İlk oyunda ‘acaba müzik olarak bir yaylı eser mi kulanılsaydı’ diye düşünmedim değil. Ancak sonradan bunun rol çalabileceğini, oyunu da ağırlaştırabileceğini fark ettim. Osman Ateş bir piyano eseri ile doğru seçim yapmış.
Yazmak ayrı, sahneye koymak ayrı bir olgu. Aliye Ummanel, Yönetmen Yardımcıları Kıymet Karabiber ve Melek Erdil ile birlikte sahneye koyma yetkinliği yanında, oyuncu seçiminde de ne denli isabetli olduklarını kanıtlıyorlar. Tıkır tıkır işleyen bir ‘oyun’ izliyorsunuz.
Son söz olarak; Stanislavski ve Brecht birlikte izleselerdi bu oyunu, eminim ikisi de ayakta alkışlarlardı. Adını andığım, anamadığım tüm ekibin emeğine, yüreğine, terine sağlık.
…
Yılın sondan dördüncü günü; bir yazı paylaştım, bir de YDÜ Mimarlık Fakültesi’nden “selfi” fotoğraf ekledim ayrıca. Altında; “başarının ilkleri ile bezenmiş müthiş bir yıl ve güzel bir final! başta Suat hocamız olmak üzere herkese teşekkürler” yazan bir fotoğraf…
Yeni yılda, sağlık, huzur ve başarı dileklerimle; eğitim alın, kayıp olmayın, sanata yakın kalın…
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:60
28 Aralık 2014, Pazar, Lefkoşa
Değerli okurlar; bu yılı uğurlama hengamesi içinde iken; geçen yıl bu köşede yayınladığım takvim içerikli iki yazıyı okudum. Bir önceki yılın son yazısını ve bu yılın ilk yazısını. Hoşçakal değil de, hoş geldin diyebilmem için, yeni yıl yazımı bir hafta daha beklemem gerek!.. Bu yılın son haftasına, aynı yazıların özetinden bir demet tekrarı çok uygun olur diye düşünüyordum ki; Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Dekan Vekili Doç.Dr. Erdal Aygenç’in köşeme “misafir olma” talebi geldi.
Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği “Kayıp” tiyatro oyunu için Erdal’ın yazısı hazırmış! Epeydir “Yakından Sanat” TV Programıma konuk almayı düşündüğüm Aliye Ummanel’in misafiri olarak oyunu; Yükselen, ben, Mustafa, Selen ve Erdal birlikte izledik.. Aliye Ummanel’i kutlayarak; YDÜ GSTF’de Yüksek Lisans çalışmaları sırasında öğrencilerim olan Hatice Tezcan, (oyunda anne rolunu oynuyor) ve Özlem Deniz Yetkili (oyunun dekor ve kostüm tasarımını yapmış) ile gurur duydum. Oyunu izledikten sonra; Erdal’ın yazısını paylaşmanın daha uygun olacağını düşündüm! Sayfaya sığdırmak için “girişini” biraz kırparak ve teşekkürle!
…
“Kayıp”, Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği, tek perde ve 9 sahneden oluşan, bir saatlik tiyatro yapıtı. Ummanel, bir Kıbrıs gerçeğinden yola çıkarak kaleme almış oyunu. Bildik, tanıdık, yaşanmış bir öykü. Ama kolaya kaçmadan, sloganlaştırmadan, zekice yazılmış. Hamlet ilişkilendirilmesi ve geçişler ustaca kurgulanmış. Hamlet’in mezar sahnesi Kıbrıs örneğinde yeniden üretilmiş. Oyun, benzer acıları yaşayan dünyanın farklı toplumlarına da uyarlayabileceğiniz özelliklere sahip. Tekrar replikler dengeli. Kıbrıs’a ilişkin diyalekt olması gereken yerlerde; izleyiciyi çok güzel yakalıyor ve oyunun evrensel kimliğini bozmuyor. Kısaca metin güçlü, net ve abartısız.
Konuya ya da içeriğe derinlemesine girmek istemiyorum. Çünkü, ilk oyundan sonra tahminim -doğal olarak- yapılacak değerlendirmelerin konu ağırlıklı olacağı idi. Benzer şeyleri tekrarlamak bir yarar sağlamayacak. Bu topraklarda hala bir çok çatının altında tazeliğini koruyan benzer öykülerin var olduğunu, canlı tanıklarının ve gerçek kahramanlarının bulunduğunu biliyorum. Onun içindir ki Ummanel’in eserde isim, kimlik kullanmaması evrensel değerleri yakalamak adına çok isabetli olmuş. Sanatta içerik biçimle ‘görünür’ hale gelir; aralarındaki ilişki, miktar ve denge doğru kurgulanırsa sanat eserine dönüşür. Ne anlattığınız kadar nasıl anlattığınız da önemlidir ve değerlidir. Bu durum farklı sanat dallarında farklı örgüler içinde aynı ilke olarak karşımıza çıkar.
“Kayıp”ta üç ana karakter var; oğlunu savaşta yitirmiş Büyükbaba (Erol Refikoğlu), kocasının kayıp kemiklerini yaşadığı topraklara gömmeyi amaç edinmiş Anne (Hatice Tezcan), dört yaşında babasız kalmış tiyatro oyuncusu Oğul (Erdoğan Kavaz). Refikoğlu kasketini takıp Hamlet yönetmeni de oluyor. Osman Ateş ve İzel Seylani diğer oyuncular. Beş kişilik ama kocaman bir ekip…Erdoğan Kavaz, Refikoğlu’na ve Tezcan’a eşlik ederken göz dolduruyor. Osman Ateş o denli ustaca kullanıyor ki jestlerini ve mimiklerini, oyunun gülümseten karakteri olarak belleklerde yer ediyor. İlk kez izlediğim İzel Seylani giderek heyecanından sıyrılıyor, rahatlıyor ve ilerisi için umut verici bir oyun sergiliyor.
Canlandırdığı her iki karakterde de ustalığını sergiliyor Erol Refikoğlu; kah gülümsetiyor, kah içinizde uykuya dalmış bir şeyleri uyandırıyor. Hele Büyükbabanın isyan sahnesinde seyircinin gözlerinin içine baka baka öyle tokatlıyor ki sizi, mıhlanıp kalıyorsunuz. Sevimli bir yaşlıdan ödünsüz bir Hamlet yönetmenine dönüşüveriyor saniyeler içerisinde. Abartısız, yalın, ‘usta bir oyunculuk nasıl olur’un dersini veriyor adeta. Tiyatroya gönül vermiş bir oyucunun, bir sanatçının hiçbir zaman emekli olamayacağını öğretiyor bize.
Anne karakterini öylesine sindirmiş ve içselleştirmiş ki, yaşından büyük bir karakteri canlandırırken usta bir performans sergiliyor Hatice Tezcan; oynamıyor, yaşıyor adeta. Akıttığı gözyaşlarını izlerken siz de elinizde olmadan göz pınarlarınızı yokluyorsunuz. Özellikle iki sahnede izleyiciyi ta şah damarından yakalıyor Tezcan. Ürperiyorsunuz. Donuyorsunuz. Eski fotoğrafları fırlattığı anda, her bir resim taş gibi ağırlaşıp yüreğinize oturuyor. Masa başında o sert duygu geçişi nasıl anlatılır, nasıl açıklanabilir bilemiyorum.
İzlediğimiz bir tiyatro yapıtı. Tiyatro, diğer sanat dallarına göre daha çok bileşeni olan bir alan. Tek başına içerik yeterli olsa idi, metni okur, ne anlattığını kavrardık. Biçimi değersiz bulsa idik şiir, öykü, roman da okumamıza gerek kalmazdı, kuş sesi dinlemekle müzik gereksinimimizi giderirdik. Oysa, o metne yaşam veren, kan taşıyan başka şeyler var tiyatroda. Dekor, kostüm, müzik, ışık, oyuncu… Ve tabii ki seyirci… İşte tiyatroyu sihirli kılan bunların uyumlu birlikteliği. Sahne arkası da dahil, dişlilerin yerinde, doğru ve istenir ‘biçim’de çalışması gerekir.
LBT’nin bir özelliği, sahne ile salonu ayıran platform ya da benzeri bir şey yok. Sanki izleyici olarak siz de içindesiniz sahnenin. Çok sıcak ve samimi bir ilişki. Bu ilişkinin kurulmasında dekor ve kostüm tasarımcısı Özlem Deniz Yetkili’nin katkısı büyük. Belli ki oyunu çok iyi okumuş Yetkili. İyi bir sahne tasarımının oyuna ne denli katkı sağladığına tanıklık ediyorsunuz “Kayıp” ta. Ne gerekiyorsa o. Bunu da koyalım, şunu da gösterelim endişesi yok. Hele mezar sahnelerinin tozu-toprağı, seyirciye ‘sahne tozu yutma’ şansı vermesi bir zeka kıvraklığı, cesaret işi. İşlevsiz bir şey yok. Kuşkusuz dekoru gerçekleştiren, oyuna kendi kimliği ile de dahil olan Rıza Şen’i de kutlamak gerekir.
İlk oyunda ‘acaba müzik olarak bir yaylı eser mi kulanılsaydı’ diye düşünmedim değil. Ancak sonradan bunun rol çalabileceğini, oyunu da ağırlaştırabileceğini fark ettim. Osman Ateş bir piyano eseri ile doğru seçim yapmış.
Yazmak ayrı, sahneye koymak ayrı bir olgu. Aliye Ummanel, Yönetmen Yardımcıları Kıymet Karabiber ve Melek Erdil ile birlikte sahneye koyma yetkinliği yanında, oyuncu seçiminde de ne denli isabetli olduklarını kanıtlıyorlar. Tıkır tıkır işleyen bir ‘oyun’ izliyorsunuz.
Son söz olarak; Stanislavski ve Brecht birlikte izleselerdi bu oyunu, eminim ikisi de ayakta alkışlarlardı. Adını andığım, anamadığım tüm ekibin emeğine, yüreğine, terine sağlık.
…
Yılın sondan dördüncü günü; bir yazı paylaştım, bir de YDÜ Mimarlık Fakültesi’nden “selfi” fotoğraf ekledim ayrıca. Altında; “başarının ilkleri ile bezenmiş müthiş bir yıl ve güzel bir final! başta Suat hocamız olmak üzere herkese teşekkürler” yazan bir fotoğraf…
Yeni yılda, sağlık, huzur ve başarı dileklerimle; eğitim alın, kayıp olmayın, sanata yakın kalın…
Subscribe to:
Posts (Atom)