KIBRIS gazetesi, 2016-07-02, Cumartesi, sayfa:30
Evrensel kabul ile yedi dalı olduğu bilinen sanatın nerede ise tüm alanlarında yapıt üretenlerin (ressam, heykeltıraş, edebiyatçı vb. gibi.) hemen hepsinde narsisizmin farklı dozlarda var olduğu teslim edilir. Yorumlara göre onları sanatçı yapan ya da sanata iten şeyin, içlerinde barındırdıkları küçük narsisizmin ta kendisi olduğu da söyleniyor! Bu küçük ve sevimli narsisim bir şekilde kontrol altında tutularak büyütülmesi durumunda, zaman zaman “büyük” sanatçıların ortaya çıktığı da oluyor! (Onlara müteşekkir kalan toplum kendisini büyük sanatçı sananlardan ise çok çekiyor!)
Sanatla uğraşırken aldığı hazzın; yarattığı ve yaptığının takdiri üzerine oturduğunu itiraf eden kişilerin sayısının oldukça fazla olduğu bilinmektedir. Övülüp sevilmenin, önemli bir isteklendirme kaynağı olduğu da açıktır. Bu hazzın derinleşmesi; yapıta dönüşüp dışa vurulması kişiyi mutlu eder. Kişi, her geçen gün ve her çalışmadan sonra bu övülüp sevilme dozunun da artmasını bekler olur. Aksi durumda sevgisizlik ve takdir edilmeme duygusu onu hırçınlaştıracaktır. Kendisinin hatta anne veya babasının şu veya bu nedenle insanın temel ihtiyaçlarından biri olan sevgiden; mahrum kaldığını düşünmesi, kişiyi daha da zorlu bir hayata itecektir. Kin ve intikam duygularıyla beslenmiş bir narsizm!
Epey zamandır üniversiteyi üniversite yapan önemli unsurlardan biri de öğretim elemanlarıdır diye beyanat verip duruyorum. Yeni bir tespit değil elbette bu. İşin içinde olanların üzerinde gerçek anlamda araştırma ve sentez yaptıkları; bilimsel sonuçlar çıkardıkları bir çalışma alanı. Akademisyen olan neredeyse herkesin de yabancı olmadığı bir konu. Çünkü merkezinde “ben” vardır, yani akademisyenin ta kendisi. Hele de sanatla ilgili bir alanın akademisyeni ise bu kişi, uğraşı alanı gereği narsistik bir kişiliğe yakın olması da “izleyen için” sürpriz olmayacaktır.
Narsistik kişilik bozukluğu, bir insanın aşırı şekilde kişisel yeterlilik, güç, saygınlık ve kendini üstün görme ile zihinsel olarak meşgul olup bu durumun kendisine ve başkalarına verdiği yıkıcı hasarı görememesine neden olan bir kişilik bozukluğudur. Kaynaklardaki tahminlere göre toplumun %1 gibi bir kesiminde görülmektedir. İlk kez 1968 yılında formüle edilen bu rahatsızlık megalomani olarak da adlandırılır. Egosantrizmin oldukça sert bir formudur.
Narsistik kişilik bozukluğu bulunan kişiler, başkasının düşüncelerine ve isteklerine ilgisiz kalan kişilerdir. Kendini beğenmiş, başkalarının yaşadıklarına duyarsız kalan, sürekli olarak kendini ön plana çıkarmak isteyen kişiler narsistik olarak adlandırılır. Bu kişiler kendilerini başkalarının yerine koymaz, başkalarını anlamazlar.
Açık bilgi kaynaklarında paylaşılan aşağıdaki kriterlerin; beş tanesi ya da daha fazlasının bir arada olması halinde kişiye narsistik bozukluk tanısı konulabilir.
• Kendilerinin çok yetenekli ve önemli olduğunu düşünüp başarılarıyla övünenler
• Her zaman beğenilmek istenen, eşi bulunmaz olduğunu düşünürler,
• İlişkide oldukları kişileri “eşi bulunmaz” “mükemmel” ya da “üstün yetenekli” olarak tanımlayanlar. Sıradan vasat buldukları insanların kendi üstün ihtiyaçlarını, özel değerlerini anlayamayacaklarına inanlar.
• Hep en yukarıdaki kişilerle (paşa, profesör, genel müdür) ve makamlarla ilişki kurmakta ısrarcı olanlar.
• Eleştiriye dayanamayanlar, sürekli övgü bekleyenler bu nedenle görünüş ve davranışları hep bunları elde etmeye yönelik, gösterişe düşkün olanlar.
• Kendinin kayırılacak biri olduğunu düşünen ve hak kazandığını zannedenler
• Başkalarını kendi çıkarları için kullananlar
• Başkalarını kıskanan ya da başkalarının onları kıskandığını düşünenler.
• Küstah ve kendilerini beğenmiş davranışlar sergileyenler, çoğu kez züppeliğe varan, tepeden bakan, patronluk taslayan tutumlar sergileyenler
• Empati kelimesini hiç duymamış gibi davrananlar…
Yukarıda açık bilgi kaynaklarından derleyerek paylaştığım kriter ve tanımlamaların yerine oturması için özellikle son on yılımda yaptığım inceleme ve gözlemlerde ortaya çıkanların sonuçlanması; geçen gün yaptığım kısa bir sohbetle çözülmüş oldu, adını koyunca mutlu oldum.
Bu çözüm aslında; ne bilmediğinizin farkında olarak, alanınız dışında bir konuda uzmanların görüşlerini alarak, onlardan yararlanarak, doğru sonuca ulaşmanın yazıya dökülmüş hali oldu. Öyleyse; sonuç bir haz nedeni olarak da değerlendirilebilir.
Yukarıda sözünü ettiğim; üniversiteyi üniversite yapan öğretim elemanlarıyla, uzmanlarla aynı çatı altında çalışmak, bu yüzden önemli bir zenginliktir, şanstır diye düşünüyorum.
Sanat ile doğrudan bağlantısı olduğu görülen bu kişilik bozukluğu/ şişkinliğine akademiden bir örnek uyarlamaya çalışayım: Unvanı yetmeyen kişi, kendini dekan değerinde görür ve etrafındaki herkesten de kendine dekan değeri gösterilmesini beklerse ve bunu göremediğinde de davranışlarında çirkinleşme başlarsa, tanım hemen oradadır: Narsistik kişilik bozukluğu!
Bu bozukluğun tedavisi için uzmanlar bireysel psikoterapi öneriyorlar. Zaman zaman terapi amaçlı da kullanılan sanat; narsistik kişilik bozukluğu saldırganlaşma düzeyinde alenileşmiş kendini sanatçı sananlara ne kadar etkili bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir sorusunun cevabı çok zor verilir sanıyorum.
Hayatınızda; cevaplar olsun, empati olsun, ama mutlaka sanata da olsun…
Evrensel kabul ile yedi dalı olduğu bilinen sanatın nerede ise tüm alanlarında yapıt üretenlerin (ressam, heykeltıraş, edebiyatçı vb. gibi.) hemen hepsinde narsisizmin farklı dozlarda var olduğu teslim edilir. Yorumlara göre onları sanatçı yapan ya da sanata iten şeyin, içlerinde barındırdıkları küçük narsisizmin ta kendisi olduğu da söyleniyor! Bu küçük ve sevimli narsisim bir şekilde kontrol altında tutularak büyütülmesi durumunda, zaman zaman “büyük” sanatçıların ortaya çıktığı da oluyor! (Onlara müteşekkir kalan toplum kendisini büyük sanatçı sananlardan ise çok çekiyor!)
Sanatla uğraşırken aldığı hazzın; yarattığı ve yaptığının takdiri üzerine oturduğunu itiraf eden kişilerin sayısının oldukça fazla olduğu bilinmektedir. Övülüp sevilmenin, önemli bir isteklendirme kaynağı olduğu da açıktır. Bu hazzın derinleşmesi; yapıta dönüşüp dışa vurulması kişiyi mutlu eder. Kişi, her geçen gün ve her çalışmadan sonra bu övülüp sevilme dozunun da artmasını bekler olur. Aksi durumda sevgisizlik ve takdir edilmeme duygusu onu hırçınlaştıracaktır. Kendisinin hatta anne veya babasının şu veya bu nedenle insanın temel ihtiyaçlarından biri olan sevgiden; mahrum kaldığını düşünmesi, kişiyi daha da zorlu bir hayata itecektir. Kin ve intikam duygularıyla beslenmiş bir narsizm!
Epey zamandır üniversiteyi üniversite yapan önemli unsurlardan biri de öğretim elemanlarıdır diye beyanat verip duruyorum. Yeni bir tespit değil elbette bu. İşin içinde olanların üzerinde gerçek anlamda araştırma ve sentez yaptıkları; bilimsel sonuçlar çıkardıkları bir çalışma alanı. Akademisyen olan neredeyse herkesin de yabancı olmadığı bir konu. Çünkü merkezinde “ben” vardır, yani akademisyenin ta kendisi. Hele de sanatla ilgili bir alanın akademisyeni ise bu kişi, uğraşı alanı gereği narsistik bir kişiliğe yakın olması da “izleyen için” sürpriz olmayacaktır.
Narsistik kişilik bozukluğu, bir insanın aşırı şekilde kişisel yeterlilik, güç, saygınlık ve kendini üstün görme ile zihinsel olarak meşgul olup bu durumun kendisine ve başkalarına verdiği yıkıcı hasarı görememesine neden olan bir kişilik bozukluğudur. Kaynaklardaki tahminlere göre toplumun %1 gibi bir kesiminde görülmektedir. İlk kez 1968 yılında formüle edilen bu rahatsızlık megalomani olarak da adlandırılır. Egosantrizmin oldukça sert bir formudur.
Narsistik kişilik bozukluğu bulunan kişiler, başkasının düşüncelerine ve isteklerine ilgisiz kalan kişilerdir. Kendini beğenmiş, başkalarının yaşadıklarına duyarsız kalan, sürekli olarak kendini ön plana çıkarmak isteyen kişiler narsistik olarak adlandırılır. Bu kişiler kendilerini başkalarının yerine koymaz, başkalarını anlamazlar.
Açık bilgi kaynaklarında paylaşılan aşağıdaki kriterlerin; beş tanesi ya da daha fazlasının bir arada olması halinde kişiye narsistik bozukluk tanısı konulabilir.
• Kendilerinin çok yetenekli ve önemli olduğunu düşünüp başarılarıyla övünenler
• Her zaman beğenilmek istenen, eşi bulunmaz olduğunu düşünürler,
• İlişkide oldukları kişileri “eşi bulunmaz” “mükemmel” ya da “üstün yetenekli” olarak tanımlayanlar. Sıradan vasat buldukları insanların kendi üstün ihtiyaçlarını, özel değerlerini anlayamayacaklarına inanlar.
• Hep en yukarıdaki kişilerle (paşa, profesör, genel müdür) ve makamlarla ilişki kurmakta ısrarcı olanlar.
• Eleştiriye dayanamayanlar, sürekli övgü bekleyenler bu nedenle görünüş ve davranışları hep bunları elde etmeye yönelik, gösterişe düşkün olanlar.
• Kendinin kayırılacak biri olduğunu düşünen ve hak kazandığını zannedenler
• Başkalarını kendi çıkarları için kullananlar
• Başkalarını kıskanan ya da başkalarının onları kıskandığını düşünenler.
• Küstah ve kendilerini beğenmiş davranışlar sergileyenler, çoğu kez züppeliğe varan, tepeden bakan, patronluk taslayan tutumlar sergileyenler
• Empati kelimesini hiç duymamış gibi davrananlar…
Yukarıda açık bilgi kaynaklarından derleyerek paylaştığım kriter ve tanımlamaların yerine oturması için özellikle son on yılımda yaptığım inceleme ve gözlemlerde ortaya çıkanların sonuçlanması; geçen gün yaptığım kısa bir sohbetle çözülmüş oldu, adını koyunca mutlu oldum.
Bu çözüm aslında; ne bilmediğinizin farkında olarak, alanınız dışında bir konuda uzmanların görüşlerini alarak, onlardan yararlanarak, doğru sonuca ulaşmanın yazıya dökülmüş hali oldu. Öyleyse; sonuç bir haz nedeni olarak da değerlendirilebilir.
Yukarıda sözünü ettiğim; üniversiteyi üniversite yapan öğretim elemanlarıyla, uzmanlarla aynı çatı altında çalışmak, bu yüzden önemli bir zenginliktir, şanstır diye düşünüyorum.
Sanat ile doğrudan bağlantısı olduğu görülen bu kişilik bozukluğu/ şişkinliğine akademiden bir örnek uyarlamaya çalışayım: Unvanı yetmeyen kişi, kendini dekan değerinde görür ve etrafındaki herkesten de kendine dekan değeri gösterilmesini beklerse ve bunu göremediğinde de davranışlarında çirkinleşme başlarsa, tanım hemen oradadır: Narsistik kişilik bozukluğu!
Bu bozukluğun tedavisi için uzmanlar bireysel psikoterapi öneriyorlar. Zaman zaman terapi amaçlı da kullanılan sanat; narsistik kişilik bozukluğu saldırganlaşma düzeyinde alenileşmiş kendini sanatçı sananlara ne kadar etkili bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir sorusunun cevabı çok zor verilir sanıyorum.
Hayatınızda; cevaplar olsun, empati olsun, ama mutlaka sanata da olsun…