Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:56
30 Kasım 2014, Pazar, Lefkoşa
Türk sanatı adına önemli bir göreve seçildiğimi daha önce yazmıştım. İşte bugün o görevi yerine getirmek için geldiğim Dhaka’dan yazıyorum.
İstanbul Dhaka arası uçuş, yaklaşık altıbuçuk saat sürüyor. İki ülke arasında dört saat fark var, Bangladesh önde!
Elbette bu yazı bir seyahat değerlendirmesi olmayacak ancak bazı bilgileri buraya serpiştirirsem fena olmaz diye de düşünmüyor değilim. Hemen belirteyim, Asyanın en yoksul ülkelerinden biri olmakla beraber ilkini 1981’de yaptıkları bienalin onaltıncısını gerçekleştiriyorlar.
Aynı dönemlerde Ankara’da başlayan ve hemen sonlandırılan Avrasya Bienalini şimdilerde kimse hatırlamıyor bile! Türkocağı binası olarak bizzat Atatürk tarafından yaptırılan Resim Heykel Müzesindeki sergiyi üniversite öğrencisi olarak, kapısında uzun kuyruklar varken büyük bir heyecanla gezmiştim. O zamanlarda herkesin peşinden koştuğu Kenan Evren’in, üreme organı çizilmiş bir resme gösterdiği tepki miydi bahane, yoksa başka nedenler mi dizildi Ankara’da sanatın önüne kestirmesi güç değil. Bugün baktığımızda Ankara’da bienal değil, sanat fuarı bile yapılamaz durumda, Avrasya Bienali zaten bitti!
Bienaller kısaca, iki yıl içinde üretilen çalışmaların halka açık olarak sergilendiği ve ödül için seçildiği organizasyonlardır. iki yılda bir, sanat adına yapılanların anket düzenlemesi demek değildir bienaller. Bienaller de fuarlar gibi parayla stant açılmaz. Sergilenecek işlerin seçimi yapılır. Onlar arasından da ödüle değer işler seçilir. Bu ödüller sahiplerine maddi manevi değerler kazandırır ancak; en önemlisi geleceğe ışık tutacak çalışmalar olarak kamuya sunulurlar... Dijital teknolojinin yaygın olarak kullanılması ile beraber; yeni medya çalışmalarının moda haline gelmesinde, klasik sanat uygulamalarına göre öne çıkmasında bienallerin teşvik edici yönü olduğu açıktır. Üniversitelerin çabaları, Cumhuriyetin başkenti Ankara’nın sanatsal çoraklığını yeşile çevirmeye yetmiyor.
Üçüncü kere indiğim Dhaka Havaalanından, bu yılki Bienale ilk gelen misafir olduğum için özel olarak karşılandıktan sonra, şehre doğru yola çıktığımızda kavşaklardaki heykellerin arttığını fark ettim. Metal, soyut heykeller… Şehre doğru yaklaştıkça trafik de sıkışmaya başladı, korna sesleri arttı! Kuşkusuz beni karşılamıyorlardı ama, kimsenin de bir şey üstüne alındığı yoktu! Bağrışmalar da yoktu sürücüler arasında, el kol hareketleri de yoktu, “gıcık oldum” bakışları da!
Otobüsler sanki hiç değişmemiş. Defalarca boyanmış kaportaları üzerindeki kaligrafiler şaheser gibi… Henüz dijitale geçmemişler! Hele de bisiklet taksi tak-taklar! Hareket halindeki hemen her şeyin önünde ve arkasında lunaparklardaki çarpışan arabalar gibi ekstra tamponlar var. Tüm yoğunluğa rağmen, olmuş bir kazaya rastlamadım ama otobüslerin hepsi defalarca çizilmiş. Her köşe başında bir trafik polisi. Polis komutu ya da ışıkta durduklarında, aralarından kargaların dahi geçemeyeceği kadar bir mesafe bırakıyorlar. Yön değiştirme, çizgi değiştirme kendi içinde öyle bir düzene sahip ki herkes kendi yoluna gidiyor!
Sokaktaki yoğun trafikten; İngiliz sömürgecilerinin 1911’de kurduğu Dhaka Kulübüne vardığımızda, hava kirliliğinden Karadenizli burnumun yanmakta olduğunu fark ettim! Daha sonrasındaki sohbetlerimizde bazı üyelerin şikayet ettikleri “giriş kıyafet kurallarını” uygulamayı hala sürdürmeleri geçmişlerine yönelik ilginç bir ikilem olarak öylece duruyor. Misafirperverlikleri üst düzeyde. Gözlemlediğim kadarı ile obezite, Asya’nın bu güzel ülkesinin insanlarını rahatsız edememiş. Bu nedenle olsa gerek, bizdeki gibi Amerika’dan devşirilmiş kampanyalar yok ortada!
Onaltıncısı yapılan bir bienal için buraya jüri üyesi olarak davet edildim.
İyi bir deneyim arşivleri var! Jüri üyeleri Hindistan’dan Ranabir Singh Kaleka, Çin’den Gao Peng, Bangladesh’ten Hashem Khan ile Rabiul Hossain ve ben üç günlük titiz bir çalışma ile değerlendirmemizi tamamlayıp ödül seçimimizi yaptık. Üç büyük, altı adet de onur ödülü için; resim, heykel, enstalasyon, seramik ve yeni medya çalışmaları arasından seçim yaptık.
Değerlendirme süresi boyunca kısaca, çok şey öğrendim. Ödüller hakkında bu hafta bir şey yazamayacağım!
Bangladesh’te tanınmış bir aktör olan Kültür Bakanı Asaduzzaman Noor, çalışmamızın daha ilk saatlerinde bizimle tanışmak için ekibiyle birlikte Bangladesh Shillpakala Akademi’ye geldi! Bienal koordinatörü arkadaşım Jafar Ikbal ve karınca gibi çalışan ekibinin motivasyonu görülmeye değerdi. Detayları yazmayacağım ama mükemmel bir organizasyon.
Bu arada; Türkiye Cumhuriyeti Dhaka Büyükelçisi Sayın Hüseyin Müftüoğlu’nun ilgisinden oldukça memnun olduğumu belirtmek isterim. Elbette Bangladesh’in Ankara Büyükelçisi Sayın Md. Zulfiqur Rahman’a ve Yakın Doğu Üniversitesi’ne de destekleri için teşekkür ederim.
Eğitim alın, açılın, sanata yakın kalın…
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:56
30 Kasım 2014, Pazar, Lefkoşa
Türk sanatı adına önemli bir göreve seçildiğimi daha önce yazmıştım. İşte bugün o görevi yerine getirmek için geldiğim Dhaka’dan yazıyorum.
İstanbul Dhaka arası uçuş, yaklaşık altıbuçuk saat sürüyor. İki ülke arasında dört saat fark var, Bangladesh önde!
Elbette bu yazı bir seyahat değerlendirmesi olmayacak ancak bazı bilgileri buraya serpiştirirsem fena olmaz diye de düşünmüyor değilim. Hemen belirteyim, Asyanın en yoksul ülkelerinden biri olmakla beraber ilkini 1981’de yaptıkları bienalin onaltıncısını gerçekleştiriyorlar.
Aynı dönemlerde Ankara’da başlayan ve hemen sonlandırılan Avrasya Bienalini şimdilerde kimse hatırlamıyor bile! Türkocağı binası olarak bizzat Atatürk tarafından yaptırılan Resim Heykel Müzesindeki sergiyi üniversite öğrencisi olarak, kapısında uzun kuyruklar varken büyük bir heyecanla gezmiştim. O zamanlarda herkesin peşinden koştuğu Kenan Evren’in, üreme organı çizilmiş bir resme gösterdiği tepki miydi bahane, yoksa başka nedenler mi dizildi Ankara’da sanatın önüne kestirmesi güç değil. Bugün baktığımızda Ankara’da bienal değil, sanat fuarı bile yapılamaz durumda, Avrasya Bienali zaten bitti!
Bienaller kısaca, iki yıl içinde üretilen çalışmaların halka açık olarak sergilendiği ve ödül için seçildiği organizasyonlardır. iki yılda bir, sanat adına yapılanların anket düzenlemesi demek değildir bienaller. Bienaller de fuarlar gibi parayla stant açılmaz. Sergilenecek işlerin seçimi yapılır. Onlar arasından da ödüle değer işler seçilir. Bu ödüller sahiplerine maddi manevi değerler kazandırır ancak; en önemlisi geleceğe ışık tutacak çalışmalar olarak kamuya sunulurlar... Dijital teknolojinin yaygın olarak kullanılması ile beraber; yeni medya çalışmalarının moda haline gelmesinde, klasik sanat uygulamalarına göre öne çıkmasında bienallerin teşvik edici yönü olduğu açıktır. Üniversitelerin çabaları, Cumhuriyetin başkenti Ankara’nın sanatsal çoraklığını yeşile çevirmeye yetmiyor.
Üçüncü kere indiğim Dhaka Havaalanından, bu yılki Bienale ilk gelen misafir olduğum için özel olarak karşılandıktan sonra, şehre doğru yola çıktığımızda kavşaklardaki heykellerin arttığını fark ettim. Metal, soyut heykeller… Şehre doğru yaklaştıkça trafik de sıkışmaya başladı, korna sesleri arttı! Kuşkusuz beni karşılamıyorlardı ama, kimsenin de bir şey üstüne alındığı yoktu! Bağrışmalar da yoktu sürücüler arasında, el kol hareketleri de yoktu, “gıcık oldum” bakışları da!
Otobüsler sanki hiç değişmemiş. Defalarca boyanmış kaportaları üzerindeki kaligrafiler şaheser gibi… Henüz dijitale geçmemişler! Hele de bisiklet taksi tak-taklar! Hareket halindeki hemen her şeyin önünde ve arkasında lunaparklardaki çarpışan arabalar gibi ekstra tamponlar var. Tüm yoğunluğa rağmen, olmuş bir kazaya rastlamadım ama otobüslerin hepsi defalarca çizilmiş. Her köşe başında bir trafik polisi. Polis komutu ya da ışıkta durduklarında, aralarından kargaların dahi geçemeyeceği kadar bir mesafe bırakıyorlar. Yön değiştirme, çizgi değiştirme kendi içinde öyle bir düzene sahip ki herkes kendi yoluna gidiyor!
Sokaktaki yoğun trafikten; İngiliz sömürgecilerinin 1911’de kurduğu Dhaka Kulübüne vardığımızda, hava kirliliğinden Karadenizli burnumun yanmakta olduğunu fark ettim! Daha sonrasındaki sohbetlerimizde bazı üyelerin şikayet ettikleri “giriş kıyafet kurallarını” uygulamayı hala sürdürmeleri geçmişlerine yönelik ilginç bir ikilem olarak öylece duruyor. Misafirperverlikleri üst düzeyde. Gözlemlediğim kadarı ile obezite, Asya’nın bu güzel ülkesinin insanlarını rahatsız edememiş. Bu nedenle olsa gerek, bizdeki gibi Amerika’dan devşirilmiş kampanyalar yok ortada!
Onaltıncısı yapılan bir bienal için buraya jüri üyesi olarak davet edildim.
İyi bir deneyim arşivleri var! Jüri üyeleri Hindistan’dan Ranabir Singh Kaleka, Çin’den Gao Peng, Bangladesh’ten Hashem Khan ile Rabiul Hossain ve ben üç günlük titiz bir çalışma ile değerlendirmemizi tamamlayıp ödül seçimimizi yaptık. Üç büyük, altı adet de onur ödülü için; resim, heykel, enstalasyon, seramik ve yeni medya çalışmaları arasından seçim yaptık.
Değerlendirme süresi boyunca kısaca, çok şey öğrendim. Ödüller hakkında bu hafta bir şey yazamayacağım!
Bangladesh’te tanınmış bir aktör olan Kültür Bakanı Asaduzzaman Noor, çalışmamızın daha ilk saatlerinde bizimle tanışmak için ekibiyle birlikte Bangladesh Shillpakala Akademi’ye geldi! Bienal koordinatörü arkadaşım Jafar Ikbal ve karınca gibi çalışan ekibinin motivasyonu görülmeye değerdi. Detayları yazmayacağım ama mükemmel bir organizasyon.
Bu arada; Türkiye Cumhuriyeti Dhaka Büyükelçisi Sayın Hüseyin Müftüoğlu’nun ilgisinden oldukça memnun olduğumu belirtmek isterim. Elbette Bangladesh’in Ankara Büyükelçisi Sayın Md. Zulfiqur Rahman’a ve Yakın Doğu Üniversitesi’ne de destekleri için teşekkür ederim.
Eğitim alın, açılın, sanata yakın kalın…