Saturday, May 7, 2016

Durum, kırık cam

KIBRIS gazetesi, 2016-05-07, Cumartesi, sayfa:40



Misafirlerine, oğlu Temel'in büyüyüp akıllandığını kanıtlamak isteyen babası:
-“Uşağum Temel, gel haburaya pakayim” demiş.

Temel utangaç, babasına doğru yanaşmış. Bu sırada hava atmaya meraklı babası konuşmaya devam etmiş, misafirlere bakıp kasılarak:

-“Hadi emicelerune püyük bi laf et da, senin ne kadar akillanduğuni cörsunler.”

O da ne, küçük Temel’in cevabı tek kelime:
-“Fil.”
...

Önümde yazmam gerekli üç yazı olmakla beraber, yukarıdaki fıkrayı saymazsak bu hafta iki farklı konu paylaşacağım.

Birinci konu; KIBRIS gazetesinde;  2016/02/27 cumartesi günü, sayfa 29’da “Kapatmak, yapmak, okumak” başlıklı yazımda sözünü ettiğim “Endüstri Ürünleri Tasarımında Biçime Ulaşmak” adlı kitabın yazarı Mehmet Naci Dedeal’ın sayfasından: http://mnaci.blogspot.com.tr/

Arkadaşımın verdiği izne teşekkürlerimle, virgülüne dokunmadan aktarıyorum:

Sanatın içine etmek mümkündür..)

Sanatı ve sanatçıyı yok etmek mi istiyorsunuz? Yok edilmiş kadar değersizleştirmek yada görünmez hale getirmek mi istiyorsunuz? Size uygulanan yöntemi anlatayım..

Bir güç değeriniz varsa onu tanımladığınız birimin sayısını çoğaltırsınız.
Değer aynı iken birim sayısı çoğalınca doğal olarak gücü temsil eden birim gücü değersizleştirir..
Konu sanatsa bu nasıl olacak.?

çok kolay
Sanatı güç ve değer olarak görüyorsak sanatçı sayısını çoğaltırız..

olmuyor mu?
Zor tabi.. Çünkü sanat, yoğun ve denetimsiz akan kocaman bir ırmakta doğru yerde toplaşan mineraller gibidir.

Kısa ömürlü insanoğlu bu evrimde genlerini o kadar kolay bir şekilde bir vücutta toplayamıyor.
Toplansa da farkına varılamıyor.
Farkına varılsa da eğitilemiyor.
Eğitilse de zaman denen boşlukta yolunu bulamıyor.
Yolunu bulsa da sonuca menzile gitmeye gücü yetmiyor.
Gücü yetse de kendini anlatamayabiliyor.
Kendini anlatsa da sağır kalabalıkların içinde sesini duyan çıkmayabiliyor.

Kalabalıklar ah o kalabalıklar..
işte sanat düşmanlarının elindeki koz, sayısal çokluk.. yani kalabalık.
Madem sanatçının sayısı çoğaltılamıyoruz zaten çok olanların yapabileceklerini sanat olarak tanımlayalım diyor bu sanat katilleri.

Hazır kalabalıklara ulaşma teknolojimiz ve bu kalabalıkları yönetme-yöneltme için elde "sosyal " medyamız da var.

Sanat dili zor geliyorsa kolay olanı dil, yapılanı da sanat gibi tarif ederek kurbağayı soğuktan başlayarak sonra yavaşça ısıtarak pişirmek gibi yapalım dediler ve yaptılar.

Sanatta asıl olana "geleneksel sanat" diyerek ötekileştirme uzaklaştırma ile kenara itelemeye başladılar. Yerine koymaya çalıştıklarına da "çağdaş modern" süslemesi ile "yerleştirme ya da enstalasyon " dedikleri bir ilkel homurtu uydurdular.

ilkel mi? evet öyle olmak zorunda.
Çünkü kalabalıklar yapabilmeli. Ortak payda da basit ritim ve ilkellik maalesef.

Malzemesi de bol. Adına çoklu ortam yani multimedya diyoruz.. Ses, müzik, resim, illüstrasyon, yazı, film, animasyon, fotoğraf ve yeni teknoloji ürünü bir çok iletişim öğesini bir kazana atıyorsunuz. İyice karıştırıp bir süre ılık ateşte pişiriyor sonra demlensin diye bekletiyorsunuz. Tüm medya öğeleri renklerinden biraz diğerine ekliyor. Az biraz da siz entel dantel söyleşmelerle süsleyip bienallerde, çalıştaylarda basının bol olduğu sunum alanlarında anlamını kendinizin de bilmediği bir kaç sözcüğü arkasına art yada sanat ekleyerek yediriyorsunuz.

Çevrenizde çocuğunuz, eşiniz, arkadaşınız, dostunuz yani ulaşabildiğiniz akıl verebildiğiniz birileri bu modern süslemeli güya "sanat" ile uğraşıyorsa uyarın, uzak dursun, kendine doğru dürüst bir iş bulsun ya da hobi falan edinsin. Özellikle de yakın zamanlarda iyice zengin eğlencesine dönen bu aktiviteler üniversitelere de girmiş halde ve çoğu da görsel iletişim olarak pazarlanıyor.

Cüzdanı kabarık olanın sorunu olmaz tabi. Ama bu işi geleceğe yatırım diye yapacak hataya düşen orta hallinin geleceği sadece açlık. Zamana eziyetten başka bir şey değil.

Aman efendim batı bunu taaa 80 ler den bu yana yapıyor falan demeyin. Sanatın düşmanları zaten batıda.

Durum böyleyken böyle..

Kırık cam teorisi!

Bu durumdan ikinci yazıya geçiş yapmak için başka bir “aracı” kullanmadan, kısa bir nottan sonra, doğrudan başlayalım aktarmaya!

“Kırık cam teorisi” diye açık bilgi kaynaklarına sordum.. 0.43 saniye içinde yaklaşık 120,000 sonuç bulundu. Ancak ilk sayfadaki dokuz bağlantıyı açtığımda hepsinin de aynı bilgiyi sanal dünyalarında tuttuğunu gördüm.  Aralarında çok az farklılık vardı. Yalnızca biri, diğerini “kaynak gösterme gereği duydum” diyerek ismiyle anmıştı.  Ben de o kaynağa gittim ve incelediğimde sayfada oldukça küçük puntolarla yazılmış şu not ile karşılaştım: “… alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.”

2012/04/26/ tarihli bu yazıya tam “link” verecektim ki ondan önce konunun Jandarma Dergisi sayı:111, eylül 2006, sayfa: 26’da yayınlanmış olduğuna ulaştım… Oradan devam edelim konumuza.
Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın" sorusuna New York'un efsane Belediye Başkanı Giuliani'nin cevabı şöyle olmuş..

"Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırık olsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim.

Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir.

Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım."

Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyor. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor.

Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş.

Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış.

Polis bu kararlılığıyla "küçük müçük, bizim için hiç fark etmez; bu sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz" demiş.

Bu teoriye dayanarak, en küçük sorunlara ve kural ihlallerine öncelik vererek çok daha büyük sorunların çözülebileceğini öngören yetkililer, sonraki 20 yılda New York gibi kimi büyük şehirlerde suç oranının sıfıra yakın bir seviyeye inmesini sağlarlar.

'Kırık Cam Teorisi' ABD'li suç psikologu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alan James Q. Wilson ve George Kelling  adlı teorisyenler tarafından 1980’lerin başında geliştirilmiştir.

Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model Oldsmobile bırakır.

Araçların plakası yoktur ve kaputları aralıktır. Ekip, olup bitenleri gizli kamerayla izler.
Bronx'taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalanır...
Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmaz.

Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi 'sağ kalan' otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırar. Daha ilk darbe indirilmiştir ki çevredeki insanlar (zengin beyazlar) da olaya dahil olur.
Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmiştir.

"Demek ki " der Zimbardo, “ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidiş engellenemez."

Kırık Camlar Teorisi, iş yaşamımızda da bir çok büyük soruna çözüm oluşturabilir. "Kırık Camlar, Başarısız İşler" kitabının yazarı Michael Levine, iş dünyasında kırık camları "güzel bir mağazanın boyası çıkmış duvarı, ya da bir müşteri hizmetleri telefon görüşmesinde yirmi dakika boyunca tekrarlayan bir müzikle bekletildikten sonra hattın kesilmesidir" diye özetler.

Kendi işinizde ya da çalıştığınız şirkette, “bildiğiniz” ancak görmezden geldiğiniz sorunları hızla çözmezseniz, benzeri hataların tekrarlanmasını ve daha büyük sorunların oluşmasını önleyemezsiniz.
Şimdi; sanata “hakkını” veren ilk yazıdan sonra bu konuyu niye paylaştım?

“Park Yapılmaz” trafik tabelası yanında sıra sıra arabaların park etmiş olması örneği; belki bu paylaşımın nedenine bir açıklama olabilir...

Hayatın içinde olun, sanata yakın kalın…