Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:03
01 Aralık 2013 Pazar, LefkoşaKıbrıs Postası’nın basılı hayata geçişinin üçüncü pazarında; sanat, siyaset, kalkınma ve değer içerikli yazılardan sonra köşenin adının açıklanması beklendi bizden. Kısaca; akademik bir kurumu çağrıştırması yanı sıra –ki bu doğrudur- sanata yaklaşma, yakından bakma, ayrıntıları görme kavramlarıyla tanımlanabilecek “Yakından Sanat” başlığı; haftalık olarak hem bir televizyon programı, hem de bir gazete köşe yazısı olarak akademi ve toplum arasındaki bağı pekiştirmek hedefiyle medyada yerini almaya başladı bile. “Yakından Sanat” özet olarak; akademik bir bakış açısı ile sanatı sanatçıyla, toplumu sanatçıyla, sanatçıyı oluşturduğu sanatsal değerlerle ve alıcılarla bir araya getirmeyi amaç edinmiş görsel ve basılı iki ayrı platform olarak hayata geçmiştir. Daha önceki yazılardan anlaşılacağı üzere; tartışmalar içinde, bir plastik sanat eserini üretme, anlatma, sergileme ve değere dönüştürme sürecinde neler oluyor sorusu da önemli bir yer tutacaktır. Hafızayı çok fazla zorlamadan; güncel etkinliklerde rastlanan sanatta tutarlılık ve inkarın, estetik kaygılardan çok “destek-tik” çıkarlar, sponsorluklar nedeniyle kavramlarla kamufle edilmeye çalışılması da irdelenecektir.
Elbette ki çalışma süreci,
insanın temel yaşam süreçlerinden biridir. İnsan, değişik yol ve yöntemlerle
çalışarak aslında bir parçası olduğu doğayı bilinçli bir biçimde denetimi
altına almaya yönelir, bu aynı zamanda diğer canlı türleri üzerinde
baskınlığını şekillendirmesi anlamı da taşır. Oluşturduğu avantajla öncelikli
olarak kendi gereksinimlerini karşılar. Doğanın nimetlerini kendi
gereksinimlerine uygun bir biçimde elde edebilmek amacıyla, beyninin kontrolü
altında; ellerini, kollarını, bacaklarını ve gövdesinin kullanabildiği bütün güçlerini
harekete geçirerek, doğanın karşısında pozisyon alır. Bu durum yalnızca doğayla değil kendi
türdaşları arasında da sorunlar yaşamasına neden olur. Ürettiği veya sahiplendiği
artı değer yüzünden belirli çevreler veya birileriyle belirli ilişkiler kurmak
zorunda kalır. Belki de bir zamanlar arkasına saklanarak saldırdığı “öteki
değerlerin” çekiciliği; ilkelerinden uzaklaşmasına, inandırıcılığını
yitirmesine ve kimi olaylarda gülünç duruma düşmesine sebep olur. Siyasal
söylemler ve estetik değerler arasına sıkışan çıkarcılığın dayanılmaz hafifliği
basılı belgelerle tarihin tozlu rafları arasında kaybolup gider. Bu sırada
kuşkusuz yeni üretim biçimleri, farklı bireyler veya toplumlar tarafından
uygulamaya geçer bile.
Günümüz toplumlarında sanat ve
sanatsal değer oluşturmayı yorumlarken, tüm bu kaypak ilişkileri, sosyolojik
değişkenleri ve yapısal nitelikleri göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü,
ekonomik, sosyal ve kültürel yapıya göre biçimlenen sanatın, kültürel toplamın
bir elemanı olarak toplumsal yapıyı etkilemesi beklenir. Burada sonuçtan
hareketle; teknolojide başarılı bir toplumun sanatı ile geleneksel değerlerin
boyunduruğundaki bir toplumun sanatı arasındaki uçurumlar hemen görülebilir.
Teknolojik üretim biçimlerinin
sağladığı avantajlarla kapitalistleşme sürecinde bilim bir üretici güç aracı ve
statüsü kazanırken, sanat bir yatırım aracına dönüştürülür. Sanatı diğer
ürünlerden-üretilmişlerden ayıran sanat yapıtının estetik değeri değil, zengin
koleksiyoncuların ve girişimcilerin kazanç hesaplarına araç olmasıdır. Tam da
işte burada bu coğrafyadaki ekonomik gücün farkındalığını sağlamak için duruma yakınlaşarak
baktığımızda, geleceğin pek de karanlık olmayacağını öngörebiliriz. Her
toplumda olduğu gibi sanatın üreten ve tüketeni arasında yeni köprüler kurmak
için; sanatı yaşam biçimi olarak görüp çalışan, tutarlı ve samimi insanlara
ihtiyaç vardır.
Değerli ve sanatla yakın kalın!