KIBRIS gazetesi, 2016-03-19, Cumartesi, sayfa:31
Bir bilgeye sormuşlar:
-En mutlu insan kimdir?
Bilge tereddütsüz yanıtlamış:
- “İşte şu karşı dağda keçilerini otlatan çobandır”, diye!
- “Neden” diye sormuşlar.
- “Çünkü insan bildikleriyle yaşar”, diye yanıtlamış bilge, kitabından başını kaldırıp.
Soru soran için de bir açıklama getirip ortaya yankılamış:
- “O çobanın bildikleri, keçileri ve çevresiyle sınırlı, kendisini mutsuz edecek veya kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil”.
Önündeki kitabı kapatıp çayından bir yudum çekerken uzaklara dalmış, gözleri buğulu, başı dumanlı dağlara bakarken:
- “İşte bu yüzden, o çoban en mutlu insandır” demiş!
Keçisi değil artık Ankara’yı çağrıştıran…
1979’dan beri beni kendine kabul eden; vefakâr, sabırlı, metanetli, onurlu, gururlu, sanatsever, barışçı bir kent benim için Ankara… Yedi düvele karşı kazanılmış bir savaşın ardından kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin kalbi Ankara.
Anadolu’nun çağdaş yüzü Ankara. Şair Aka Gündüz yazmış:
“Ankara, Ankara güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara.”
…
“Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin,
Var olsun toprağın, taşın Ankara.”
İşte orada üç bomba patlatıldı. Bizim de burada yüreğimiz parçalandı.
Altı ay içinde üç bomba patlatıldı, üç nokta kondu yan yana… Bir de cenazeler dizildi musalla taşına...
Bu hafta kendi köşemi işte bu nedenle, sadece kara bir sayfa olarak tasarladım. Bir de sayfanın tam ortasında beyaz ile sadece ANKARA yazacaktı…
Ancak!
Yazacak bir şey kalmamış mı idi, yoksa ben de mi teslim oluyordum tam da beklenildiği gibi, hedeflendiği gibi “kara”ya! Karamsar bir tablo çizip “en mutsuz kent” sıfatını yakıştırmak ayıp olurdu Ankara’ya.
“Hayır” dedim kendi kendime.
-“Ankara’ya vefasızlık olur”.
Örümcek beyinlilerin damarları kurum tutmuştu, kendi yayın organlarının kirinde, bilgilerinin çamurunda, bilgenin yokluğunda…
“Güvenlik zafiyeti yok”muş.
“İlahi takdir”miş.
Ölenler öldüler…
O boşaltım organları ne yazmıştı: ya kabul edersiniz, ya ölürsünüz…
Kaynağını bulamadım ama, aklımda kaldığı kadarı ile: “Biz Batı’da tesadüfen ölürüz, siz ise burada tesadüfen yaşıyorsunuz” yazmış idi bir muhterem!
Elbette hemen ortaya atılacak değillerdi psikologlar, sosyal psikologlar, politik psikoloji dehaları… Toplumsal refleksler iyice tükenip ve ortalık durulduktan sonra özet olarak “güvenlik zafiyeti yokmuş, sakin olun bunlar da geçer, bakın Amerika’da seçim var” filan diyeceklerdir her halde. O gazetelerin, o dergilerin sayfalarında âlim pozları ile.
Hatırlayan var mı o gazetelerin, o dergilerin sayfalarındaki bu zatların ve akil adamların şırınga ettiği “tarihi fırsat” girizgâhlarını…
Sahi o akil adamlar ne oldu?
Ya tarihi fırsat?
Toplumsal refleks deyince 26 Ekim 2014 günkü Kurbağa, çalıştay, tesadüf başlıklı yazımda kullandığım, Anglosaksonlara atfedilen bir analojiyi tekrar paylaşmak istedim:
Eğer canlı bir kurbağa, kaynayan su dolu bir kazana atılırsa, kurbağanın algı sistemi ani değişimlere hızlı tepki verdiği için kendini hemen dışarı atar, kurtarırmış.
Eğer kurbağa kaynar suya değil de, ılık su dolu bir kazana atılırsa refleks göstermiyormuş. Ancak kazanın ısısını kontrol eden güç, kazanın altındaki ateşi yavaş yavaş açarak kaynama süresini uzattıkça kurbağanın algı sistemi içinde bulunduğu sudaki bu yavaş ısı değişimini algılayamıyor ve kazandan çıkma tepkisini gösteremiyormuş. Algı sistemi kaynama nedeniyle zıplaması gerektiğini fark ettiğinde ise refleksleri çoktan tükenmiş oluyormuş kazana konulmuş kurbağanın…
Nihayetinde bu bir süreç elbette; kurbağa, kaynayan suda haşlanıyor-muş!
Açık bilgi kaynaklarından okuyalım:
10 Ekim 2015'te yerel saatle 10:04 civarında Ankara ilinin Altındağ ilçesinin Ulus semtindeki Ankara Garı kavşağında, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ölümcül bombalı intihar saldırısı gerçekleştirilir. Patlamalar sonucunda iki eylemcinin yanı sıra 107 kişi hayatını kaybederken 500'ün üzerinde kişi yaralı olarak kurtulur…
…
17 Şubat 2016'da Ankara'nın Çankaya ilçesinde,Genelkurmay Başkanlığının, askeri kurumlar, lojmanlar ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının bulunduğu bölgede Türk Silahlı Kuvvetlerine ait askeri servis aracının geçişi sırasında saat 18.31'de bomba yüklü araçla bir intihar saldırısı daha gerçekleştirilir. Aralarında sivillerin de bulunduğu 28 kişi olay günü, 1 kişi de hastanede tedavi görürken ölür, olayda 61 kişinin de yaralandığı açıklanır.
…
13 Mart 2016'da yerel saatle 18:45'de Güvenpark, Kızılay, Ankara'da otobüs duraklarına yakın bir mesafede gerçekleşen, 37 kişinin hayatını kaybettiği (2 tanesi saldırgan terörist) ve 19'u ağır 125 kişinin de yaralandığı bomba yüklü araçla başka bir intihar saldırısı daha gerçekleştirilir.
Üç tane noktayı üst üste değil de, yan yana erkin önüne koydular…
Cevabi beyanat: “Bizim gücümüzü kimse test etmeye kalkışmasın!”
Ankara’da üç tane bomba patlattılar eyyy dünya, duyan var mı?
Bu soru için de bir cevap buldum, sonunda acı bir sorusu daha olan bir cevap: More people have been killed in the three attacks on Ankara than were in the multiple attacks on Paris. Many of the people killed were Muslims. They may not have been from one of Europe’s sexiest cities, but their killing at the hands of terrorists still deserves our solidarity. As Taylor asks, “You were Charlie, you were Paris. Will you be Ankara?”
Soru şu:
Charlie oldunuz, Paris oldunuz; Ankara olacak mısınız?
Cevabını hep birlikte göreceğiz elbet.
Altı gün geçti üstünden, biz sahip çıkmazsak onlar mı sahip çıkacak?
Kaç tane Dördüncü (Rabia), öldü bu patlamalarda? Mısırdaki için ağlamıştık, Arap kralı için de ulusal yas ilan etmiştik.
Diplomatik başsağlığı mesajları geldi. Sağ olsun bir de Azerbaycan’dan İlham Aliyev.
Ölenler öldüler, dünya âlem biliyor onu da; sebep olanlar duymak, görmek, konuşmak istemiyorlar…
“Güvenlik zafiyeti yok”muş.
Mitomanikler, kendi söylediği yalana inananlar!
Diğerleri susarken, her aile kendi ölüsüne ağlıyor.
Anaların en çok da bu dönem bağrı yanıyor…
Şu tür yorumları kimi yerlerde okumak veya onlara ulaşmak mümkün: “Üzerinde yürüdüğümüz ince çizgiye; ulusal bilincin, tarihin ve değerlerin pervasızca sorgulanması ve haince aşındırılmasıyla geldik.”
Toplum mühendisleri veya kamuoyunu yönlendirenlerin dillendirmeyi pek sevmedikleri yukarıdaki kurbağa analojisi işte tam da bu süreci örnekliyor.
Peki, bu refleks kırılmasının sonucunda “ülke parçalara bölünürse tepki ne olur” sorusu; artık eskisi kadar karamsar bir cevapta kendine karşılık bulur görünümde değil.
Umalım ki; ona zaman yetmesin!
Yedi düvel bir daha kudurmasın!
Bilge ne demişti: “O çobanın bildikleri, koyunları ve çevresiyle sınırlı.”
Siz yine de sanata yakın kalın…