Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:49
12 Ekim 2014, Pazar, Lefkoşa
Uzakta olmak, nerede ise iki haftayı kapsadığı için bu haftaki yazımın iki konusu olacak!
NEURA25 ve bir sergi!
YDÜ, AR-GE ekipleri tarafından tasarlanan ve üretilen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin enerjisini güneşten alan ilk yerli otomobili, NEURA25; Johannesburg’dan başlayıp Cape Town’da sona eren 2000 km’lik "South Africa Solar Challenge” uluslararası otomobil yarışında dünya sekizincisi oldu!
Yaklaşık bir aydan beri önemli bir gündem maddesi olarak basının ilgi gösterdiği NEURA25’in bu başarısı daha çok konuşulacağa benzer. Çünkü KKTC bayrağı ile bir ilk başarıldı. Bir ilk ve beraberinde gelen başka ilkler…
Uluslararası Otomobil Federasyonu (Federation Internationale de l’Automobile-FIA), Uluslararası Solar Araba Federasyonu (International Solarcar Federation-ISF) ile Dünya Vahşi Yaşam Fonu (World Wildlife-WWF) kontrolünde 27 Eylül’de Güney Afrika’nın Başkan ve Kabine Başkenti Pretoria’dan başlayarak Yargı Başkenti Bloemfontein ile Parlamento ve Yasama Başkenti Cape Town arasında on büyük şehirde gerçekleşen yarışta; Güneş Tanrısı NEURA25′in KKTC’yi en iyi şekilde temsil etmesinden ve bu güzergahta KKTC bayrağını gururla dalgalandırmasından bizler de çok mutlu olduk.
Basında yer alan açıklamalardan, sosyal medyadan ve medya takibinden anlaşılacağı üzere; zorlu parkurları tamamlamanın bile büyük bir başarı olarak addedilebileceği böylesi çekişmeli bir yarışta, üstlendikleri sorumluluğu hakkıyla yerine getiren ekiple gurur duymak gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nden Anadolu Üniversitesi, Hollanda’dan Delft Teknoloji Üniversitesi, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Kwazulu-Natal Üniversitesi, Johannesburg Üniversitesi, Witwatersrand Üniversitesi, Maranon Özel Olympus Okulu, Cape Town Üniversitesi, Tshwane Teknoloji Üniversitesi gibi teknoloji alanında iddialı üniversitelerin mücadele ettiği iki yılda bir tekrarlanan ve bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen yarışta; NEURA25’in bu başarısı işte o ilklerin tacı olarak tarihe not olarak düşülmüştür.
KKTC adına yaşanan bu tarihi olayın heyecanını adaya taşıyan; başta Yakın Doğu Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Doç.Dr. İrfan S. Günsel, YDÜ Hastanesi Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Savaşan ve Genel Koordinatör Görkem Bulunç’u bir kere daha kutlamak gerekiyor…
Özellikle; YDÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Doç.Dr. İrfan S. Günsel’in “…üniversiteler ambargo tanımıyor. Özelde, Kıbrıs Türk Halkı’nın bağrından çıkan üniversitemiz YDÜ’nün, genelde ise Kıbrıs Türk halkının çalışarak başardıklarının dünya tarafından kabul görmesinin en somut kanıtı uluslararası platformlarda Devletimizin her geçen gün daha fazla yer almasıdır…” açıklaması yeterince açıktır diye düşünüyorum.
NEURA25 yola çıkmadan uzak duranlar, umarım başarıyı kutlarken “Yakın’a” gelirler…
İkinci konu bir sergi! Almanya’nın üniversite kenti Marburg’da Nisan 2015’de açacağım, henüz adını koymadığım sergi ile ilgili! Evet, epeydir sanat ile ilgili doğrudan bir konu yazmamıştım, zamanı geldi, yazıyım artık!
Daktilodan digital görüntü transferine geçiş sürecini yaşayan bir kuşağın üyesi olarak teknoloji kullanımına ilişkin yaşadığım bir sorunu bu sergi ile örnekleyerek cevaplamak istiyorum. Sanat için küçük, benim için kocaman bir cevap!
Kore’nin başkenti Seul’de yer alan Korea National University of Arts’da 2011’de açtığım, “Dünyanın Renkleri” adlı kişisel sergimde bir sorun yaşamıştım. Pek çok tartışma, ya da polemik için, içinde sorular barındıran “teknoloji” etkenini köşemde paylaşmak istiyorum bugün. Çünkü bugün güzel ve güzel olduğu kadar zor bir soruyla yeniden karşılaştım Marburg’da. “Orijinal nedir” sorusuydu bu güzel soru! Hatırlamakta yarar var elbet, İngiliz sanatçı David Hockney “her kopya bir orijinaldir” demişti, fotokopi makineleriyle çalışmalar yaparken!
Kore’deki sergi için çalışmalarımı digital ortamda e-posta yoluyla sergimle ilgilenen Mrs. Leah Kwon’a göndermiştim. Mrs. Kwon; uygun bir malzeme üzerine yapılan baskıları çerçeveletmiş, galerinin duvarlarına asmıştı bile ben Seul’e vardığımda. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden Kim-Young Moon ve bir grup arkadaşla yaptığımız; yaklaşık oniki saatlik uçuş ve bir saatlik otobüs yolculuğundan sonra vardığımız galeride bizi Mrs. Kwon, üniversitenin rektörü Prof.Dr. Jong Won Park, öğrenciler, hocalar ve sanatseverler karşılamıştı.
Ortada bir sorun vardı. Kardeş ülkenin, zarif insanlarının beni kırmadan ifade etmeye çalıştıkları bir soru! Benim kişisel olarak 1996’dan beri sıklıkla karşılaştığım ve kolayca cevapladığım bir soruydu bu. Sanat, yeni teknoloji kullanımı ve buna karşı çıkan tutucu sanatçılar, memur-akademisyenler-sanatçılar! Parantez içine almama gerek yok, bunların bir kısmı o günlerde karşı çıktıkları, eleştirdikleri çalışmalarımın, şimdilerde taklit edilmesi konusunda ustaca yeteneklerini sergiliyorlar! Eğitimcilik bu olca gerek ben de keyif alıyorum buradan baktıkça…
Soruya dönelim tekrar; Ankara’da 1996’da açtığım ilk digital resim sergisinde; gravür ya da serigrafi baskıları gibi çalışmalarımın alt kısmına el yazımla gerekli bilgileri yazıp imzamı atıyordum. Ardından açtığım sergilerde ise baskıdan sonra çalışmalarımın üstüne yine elle ancak sadece imza atıyordum.
Kore’deki sergiye gidememe durumunu da göz önüne alarak, çalışmalarıma imzamın taranmış halini yerleştirmiştim. Ancak ve doğal olarak bir sıkıntı oluşturuyordu bu durum. Digital veriyi elinde bulunduran kişi, istediği boyutta ve istediği kadar çoğaltabilirdi çalışmalarımı.
Kore’de sergilenecek çalışmalarımın baskı maliyetini, çerçevelenmesini, sergilenmesini ve açılışını üniversite üstlenmişti. Bu nedenle satış sorumluluğunu da üniversiteye vermiştim.
Kore’li bir kolleksiyoner satın almak istediği bir çalışmanın ön tarafında bulunan digital olarak atılmış imzamın dışında “orijinal” bir imza daha istedi benden. Soru buradaydı işte! Çözüm ya da cevap ise şuydu: Çalışmanın arkasına kolleksiyonerin kendi adını da yazarak o günün tarihi ile birlikte “ıslak” bir imza daha attım! Hiçbirini geri getirmediğim çalışmalarımın hepsine aynı işlemi yaptım. Hepsi, beni Kore’de değişik koleksiyonlarda temsil ediyorlar!
Almanya’daki sergim için, artık daha deneyimli sayılırım!
Geçen haftaki son sözüme dokunmuyorum: uluslararası olsun, başarı olsun, taklit olmasın, sanat olsun…
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:49
12 Ekim 2014, Pazar, Lefkoşa
Uzakta olmak, nerede ise iki haftayı kapsadığı için bu haftaki yazımın iki konusu olacak!
NEURA25 ve bir sergi!
YDÜ, AR-GE ekipleri tarafından tasarlanan ve üretilen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin enerjisini güneşten alan ilk yerli otomobili, NEURA25; Johannesburg’dan başlayıp Cape Town’da sona eren 2000 km’lik "South Africa Solar Challenge” uluslararası otomobil yarışında dünya sekizincisi oldu!
Yaklaşık bir aydan beri önemli bir gündem maddesi olarak basının ilgi gösterdiği NEURA25’in bu başarısı daha çok konuşulacağa benzer. Çünkü KKTC bayrağı ile bir ilk başarıldı. Bir ilk ve beraberinde gelen başka ilkler…
Uluslararası Otomobil Federasyonu (Federation Internationale de l’Automobile-FIA), Uluslararası Solar Araba Federasyonu (International Solarcar Federation-ISF) ile Dünya Vahşi Yaşam Fonu (World Wildlife-WWF) kontrolünde 27 Eylül’de Güney Afrika’nın Başkan ve Kabine Başkenti Pretoria’dan başlayarak Yargı Başkenti Bloemfontein ile Parlamento ve Yasama Başkenti Cape Town arasında on büyük şehirde gerçekleşen yarışta; Güneş Tanrısı NEURA25′in KKTC’yi en iyi şekilde temsil etmesinden ve bu güzergahta KKTC bayrağını gururla dalgalandırmasından bizler de çok mutlu olduk.
Basında yer alan açıklamalardan, sosyal medyadan ve medya takibinden anlaşılacağı üzere; zorlu parkurları tamamlamanın bile büyük bir başarı olarak addedilebileceği böylesi çekişmeli bir yarışta, üstlendikleri sorumluluğu hakkıyla yerine getiren ekiple gurur duymak gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nden Anadolu Üniversitesi, Hollanda’dan Delft Teknoloji Üniversitesi, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Kwazulu-Natal Üniversitesi, Johannesburg Üniversitesi, Witwatersrand Üniversitesi, Maranon Özel Olympus Okulu, Cape Town Üniversitesi, Tshwane Teknoloji Üniversitesi gibi teknoloji alanında iddialı üniversitelerin mücadele ettiği iki yılda bir tekrarlanan ve bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen yarışta; NEURA25’in bu başarısı işte o ilklerin tacı olarak tarihe not olarak düşülmüştür.
KKTC adına yaşanan bu tarihi olayın heyecanını adaya taşıyan; başta Yakın Doğu Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Doç.Dr. İrfan S. Günsel, YDÜ Hastanesi Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Savaşan ve Genel Koordinatör Görkem Bulunç’u bir kere daha kutlamak gerekiyor…
Özellikle; YDÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Doç.Dr. İrfan S. Günsel’in “…üniversiteler ambargo tanımıyor. Özelde, Kıbrıs Türk Halkı’nın bağrından çıkan üniversitemiz YDÜ’nün, genelde ise Kıbrıs Türk halkının çalışarak başardıklarının dünya tarafından kabul görmesinin en somut kanıtı uluslararası platformlarda Devletimizin her geçen gün daha fazla yer almasıdır…” açıklaması yeterince açıktır diye düşünüyorum.
NEURA25 yola çıkmadan uzak duranlar, umarım başarıyı kutlarken “Yakın’a” gelirler…
İkinci konu bir sergi! Almanya’nın üniversite kenti Marburg’da Nisan 2015’de açacağım, henüz adını koymadığım sergi ile ilgili! Evet, epeydir sanat ile ilgili doğrudan bir konu yazmamıştım, zamanı geldi, yazıyım artık!
Daktilodan digital görüntü transferine geçiş sürecini yaşayan bir kuşağın üyesi olarak teknoloji kullanımına ilişkin yaşadığım bir sorunu bu sergi ile örnekleyerek cevaplamak istiyorum. Sanat için küçük, benim için kocaman bir cevap!
Kore’nin başkenti Seul’de yer alan Korea National University of Arts’da 2011’de açtığım, “Dünyanın Renkleri” adlı kişisel sergimde bir sorun yaşamıştım. Pek çok tartışma, ya da polemik için, içinde sorular barındıran “teknoloji” etkenini köşemde paylaşmak istiyorum bugün. Çünkü bugün güzel ve güzel olduğu kadar zor bir soruyla yeniden karşılaştım Marburg’da. “Orijinal nedir” sorusuydu bu güzel soru! Hatırlamakta yarar var elbet, İngiliz sanatçı David Hockney “her kopya bir orijinaldir” demişti, fotokopi makineleriyle çalışmalar yaparken!
Kore’deki sergi için çalışmalarımı digital ortamda e-posta yoluyla sergimle ilgilenen Mrs. Leah Kwon’a göndermiştim. Mrs. Kwon; uygun bir malzeme üzerine yapılan baskıları çerçeveletmiş, galerinin duvarlarına asmıştı bile ben Seul’e vardığımda. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden Kim-Young Moon ve bir grup arkadaşla yaptığımız; yaklaşık oniki saatlik uçuş ve bir saatlik otobüs yolculuğundan sonra vardığımız galeride bizi Mrs. Kwon, üniversitenin rektörü Prof.Dr. Jong Won Park, öğrenciler, hocalar ve sanatseverler karşılamıştı.
Ortada bir sorun vardı. Kardeş ülkenin, zarif insanlarının beni kırmadan ifade etmeye çalıştıkları bir soru! Benim kişisel olarak 1996’dan beri sıklıkla karşılaştığım ve kolayca cevapladığım bir soruydu bu. Sanat, yeni teknoloji kullanımı ve buna karşı çıkan tutucu sanatçılar, memur-akademisyenler-sanatçılar! Parantez içine almama gerek yok, bunların bir kısmı o günlerde karşı çıktıkları, eleştirdikleri çalışmalarımın, şimdilerde taklit edilmesi konusunda ustaca yeteneklerini sergiliyorlar! Eğitimcilik bu olca gerek ben de keyif alıyorum buradan baktıkça…
Soruya dönelim tekrar; Ankara’da 1996’da açtığım ilk digital resim sergisinde; gravür ya da serigrafi baskıları gibi çalışmalarımın alt kısmına el yazımla gerekli bilgileri yazıp imzamı atıyordum. Ardından açtığım sergilerde ise baskıdan sonra çalışmalarımın üstüne yine elle ancak sadece imza atıyordum.
Kore’deki sergiye gidememe durumunu da göz önüne alarak, çalışmalarıma imzamın taranmış halini yerleştirmiştim. Ancak ve doğal olarak bir sıkıntı oluşturuyordu bu durum. Digital veriyi elinde bulunduran kişi, istediği boyutta ve istediği kadar çoğaltabilirdi çalışmalarımı.
Kore’de sergilenecek çalışmalarımın baskı maliyetini, çerçevelenmesini, sergilenmesini ve açılışını üniversite üstlenmişti. Bu nedenle satış sorumluluğunu da üniversiteye vermiştim.
Kore’li bir kolleksiyoner satın almak istediği bir çalışmanın ön tarafında bulunan digital olarak atılmış imzamın dışında “orijinal” bir imza daha istedi benden. Soru buradaydı işte! Çözüm ya da cevap ise şuydu: Çalışmanın arkasına kolleksiyonerin kendi adını da yazarak o günün tarihi ile birlikte “ıslak” bir imza daha attım! Hiçbirini geri getirmediğim çalışmalarımın hepsine aynı işlemi yaptım. Hepsi, beni Kore’de değişik koleksiyonlarda temsil ediyorlar!
Almanya’daki sergim için, artık daha deneyimli sayılırım!
Geçen haftaki son sözüme dokunmuyorum: uluslararası olsun, başarı olsun, taklit olmasın, sanat olsun…