Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:35
13 Temmuz 2014, Pazar, Lefkoşa
YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!
Geçen haftaki yazımı “mezuniyet” konusuna ayırmıştım. Bu hafta da mezuniyet törenlerinden kaynaklanan yoğun bir dönem yaşadık. Özellikle öğrenciler ve veliler için; pek çok duygusal sıfatın harmanlanıp kullanıldığı, yaşandığı uzun bir sürecin sonuna işaret eder bu törenler. Bu nedenledir ki uğruna törenler yapılır..
Trafikte kullanımda olan kiralık arabaların sayısındaki gözle görülür artış, genellikle sürüş yönü buraya göre ters olan Türkiye’den gelen insanların hem kendilerinin hem de diğer sürücülerin tedirgin olmalarına neden olan “yol acemilikleri” bildiğim kadarı ile basına yansıyacak türden büyük bir talihsizliğe neden olmadı. Umarım bundan sonra da olmaz. Otelleri bilmiyorum, Lefkoşa’dan çıkıp denize giremedim henüz! Ancak; restoranlarda yemek yiyen ailelerin profilinde farklılık göze çarpmakta. Özellikle misafirlerimle beraber gezerken karşılaştığım; sıcağın ortasında kendilerini marketlere atmış, hediyelik eşya peşinde gezenlerin tatlı telaşı görülmeye değer… Akademik yıl başlarındaki kadar olmasa da kitapçılarda bile “hareket” göze çarpıyor.
Eğitim odaklı bu “ithal” harekete ilişkin kamuoyunda nedense bir “durağanlık” var!
Elbette bu “tatlı” heyecanın doruk noktasına ulaştığı yer, mezuniyet törenlerinin yapıldığı salonlardır. Orada herkesin heyecanı ortak oluyor. Öğrencilerin, ailelerin, hocaların… Diploma alacak olanların, ailelerin, konuşma yapacak olanların, diploma verecek olanların heyecanı ortaktır aslında. Ama hele o sahne denilen üç tarafı duvar, önü herkese açık mekan, ne sıkıntılıdır orada olmak, varsın kağıttan olsun hele de iki düzgün satır seslendirmek. “Karşıdakilerin” nabzını tutmak, “rezil” olmak ne zordur…
Diplomalara değil de sadece bu “sahne” için neler yazılır neler. 1982’de Gazi Üniversitesinde öğrenci iken arkadaşlarımızla beraber sahnelediğimiz, Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” tiyatro oyunda, o günün sosyal ve siyasi koşullarına rağmen çok şey öğrenmiştik. Bugünkü gibi hatırlarım, nasıl oynamıştık, ne sıkıntılar yaşamıştık, o stres, o heyecan… Ancak, sahne tozunu solumuş olmanın yararını hep gördük.
Bildiğim kadarı ile çok sık rastlanan bir durum olmamakla beraber, dekan olarak üçüncü farklı fakültede diploma vermenin gururunu bu yıl yaşadım! YDÜ, Mimarlık Fakültesinin mezuniyet törenindeki “sahne performansım” görülmeye değermiş! Protokol, öğrenciler ve veliler sağ olsunlar beni onure ettiler. Evet rahattım, çünkü “başarmış olmanın” huzuru vardı. Altı ayda elde edilen akademik başarılar, ilkler ve mezuniyet töreninde yaşanan ilkler güzel bir organizasyon ve alkışlarla taçlandırıldı. Emeği geçen herkese; hocalarımıza, ailelere ve özellikle de öğrencilerimize çok teşekkür ederim. Hemen daha törenin ardından bir öğrencimden aldığım mesaj tüm yorgunluğumu götürdü: “Hocam, dün o kalabalıkta bulamadım sizi. Size çok geç kavuşup, cokta erken ayrıldık, hakkınızı helal edin görüsmek üzere...”
“Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” tiyatro oyununda aynı sahneyi paylaştığımız YDÜ, GSTF Dekan Vekili Doç.Dr. Erdal Aygenç’in performansı da çok takdir topladı. Özellikle yıl sonu sergisine ilişkin sitemi üslup açısından kıvamındaydı. Tam da bu konuyu iki hafta önce “yakından sanat” köşeme şöyle taşımışım: “Ranking listelerinde önde olan üniversitelerin çoğunda laboratuarlar yanı sıra; sanat ve kültürel etkinliklerinin gerçekleştiği mekanlara sahip olmak da “hayati” bir ölçüt sayılır. Müzeler ve galeriler üniversitelerin aynı zamanda dışa açılan pencereleri, vitrinleridir. Niye, nasıl, niçin, nerede sorularının sanatsal dille yanıtlanmaya çalışıldığı “doğru” mekanlardan mezuniyet sergilerini izlemek -en yalın sözle- emeğin ödüllendirilmesi olur!” Bu konuya ilişkin düşüncelerimi ifade etmek için “yinelemeden” başka bir sözcüğü kullanmayacağım.
Tüm üniversitelerde, tüm fakültelerde aynı coşku, aynı heyecan. Yalnızca diploma değil, bilgiyi de alan tüm mezunların yolu; açık ve aydınlık olsun! Çünkü onlar için esas “yarış” şimdi başlıyor! Dört yıl önceki siyaset, spor, sağlık ve sanat koşullarından farklılık gösteren bugün; akşam çökerken farları patlamış bir lüks otomobilin köy yolunda surat denemesi yapacağını işaret ediyor...
Bilgiye, çağa ve sanata yakın kalmanız dileğimle.
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:35
13 Temmuz 2014, Pazar, Lefkoşa
YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!
Geçen haftaki yazımı “mezuniyet” konusuna ayırmıştım. Bu hafta da mezuniyet törenlerinden kaynaklanan yoğun bir dönem yaşadık. Özellikle öğrenciler ve veliler için; pek çok duygusal sıfatın harmanlanıp kullanıldığı, yaşandığı uzun bir sürecin sonuna işaret eder bu törenler. Bu nedenledir ki uğruna törenler yapılır..
Trafikte kullanımda olan kiralık arabaların sayısındaki gözle görülür artış, genellikle sürüş yönü buraya göre ters olan Türkiye’den gelen insanların hem kendilerinin hem de diğer sürücülerin tedirgin olmalarına neden olan “yol acemilikleri” bildiğim kadarı ile basına yansıyacak türden büyük bir talihsizliğe neden olmadı. Umarım bundan sonra da olmaz. Otelleri bilmiyorum, Lefkoşa’dan çıkıp denize giremedim henüz! Ancak; restoranlarda yemek yiyen ailelerin profilinde farklılık göze çarpmakta. Özellikle misafirlerimle beraber gezerken karşılaştığım; sıcağın ortasında kendilerini marketlere atmış, hediyelik eşya peşinde gezenlerin tatlı telaşı görülmeye değer… Akademik yıl başlarındaki kadar olmasa da kitapçılarda bile “hareket” göze çarpıyor.
Eğitim odaklı bu “ithal” harekete ilişkin kamuoyunda nedense bir “durağanlık” var!
Elbette bu “tatlı” heyecanın doruk noktasına ulaştığı yer, mezuniyet törenlerinin yapıldığı salonlardır. Orada herkesin heyecanı ortak oluyor. Öğrencilerin, ailelerin, hocaların… Diploma alacak olanların, ailelerin, konuşma yapacak olanların, diploma verecek olanların heyecanı ortaktır aslında. Ama hele o sahne denilen üç tarafı duvar, önü herkese açık mekan, ne sıkıntılıdır orada olmak, varsın kağıttan olsun hele de iki düzgün satır seslendirmek. “Karşıdakilerin” nabzını tutmak, “rezil” olmak ne zordur…
Diplomalara değil de sadece bu “sahne” için neler yazılır neler. 1982’de Gazi Üniversitesinde öğrenci iken arkadaşlarımızla beraber sahnelediğimiz, Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” tiyatro oyunda, o günün sosyal ve siyasi koşullarına rağmen çok şey öğrenmiştik. Bugünkü gibi hatırlarım, nasıl oynamıştık, ne sıkıntılar yaşamıştık, o stres, o heyecan… Ancak, sahne tozunu solumuş olmanın yararını hep gördük.
Bildiğim kadarı ile çok sık rastlanan bir durum olmamakla beraber, dekan olarak üçüncü farklı fakültede diploma vermenin gururunu bu yıl yaşadım! YDÜ, Mimarlık Fakültesinin mezuniyet törenindeki “sahne performansım” görülmeye değermiş! Protokol, öğrenciler ve veliler sağ olsunlar beni onure ettiler. Evet rahattım, çünkü “başarmış olmanın” huzuru vardı. Altı ayda elde edilen akademik başarılar, ilkler ve mezuniyet töreninde yaşanan ilkler güzel bir organizasyon ve alkışlarla taçlandırıldı. Emeği geçen herkese; hocalarımıza, ailelere ve özellikle de öğrencilerimize çok teşekkür ederim. Hemen daha törenin ardından bir öğrencimden aldığım mesaj tüm yorgunluğumu götürdü: “Hocam, dün o kalabalıkta bulamadım sizi. Size çok geç kavuşup, cokta erken ayrıldık, hakkınızı helal edin görüsmek üzere...”
“Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” tiyatro oyununda aynı sahneyi paylaştığımız YDÜ, GSTF Dekan Vekili Doç.Dr. Erdal Aygenç’in performansı da çok takdir topladı. Özellikle yıl sonu sergisine ilişkin sitemi üslup açısından kıvamındaydı. Tam da bu konuyu iki hafta önce “yakından sanat” köşeme şöyle taşımışım: “Ranking listelerinde önde olan üniversitelerin çoğunda laboratuarlar yanı sıra; sanat ve kültürel etkinliklerinin gerçekleştiği mekanlara sahip olmak da “hayati” bir ölçüt sayılır. Müzeler ve galeriler üniversitelerin aynı zamanda dışa açılan pencereleri, vitrinleridir. Niye, nasıl, niçin, nerede sorularının sanatsal dille yanıtlanmaya çalışıldığı “doğru” mekanlardan mezuniyet sergilerini izlemek -en yalın sözle- emeğin ödüllendirilmesi olur!” Bu konuya ilişkin düşüncelerimi ifade etmek için “yinelemeden” başka bir sözcüğü kullanmayacağım.
Tüm üniversitelerde, tüm fakültelerde aynı coşku, aynı heyecan. Yalnızca diploma değil, bilgiyi de alan tüm mezunların yolu; açık ve aydınlık olsun! Çünkü onlar için esas “yarış” şimdi başlıyor! Dört yıl önceki siyaset, spor, sağlık ve sanat koşullarından farklılık gösteren bugün; akşam çökerken farları patlamış bir lüks otomobilin köy yolunda surat denemesi yapacağını işaret ediyor...
Bilgiye, çağa ve sanata yakın kalmanız dileğimle.
Uğurcan Hocam, çektiğim fotoğrafı yazınıza eşlik edecek değerde bulmanızdan onur duydum ve çok mutlu oldum. Bin teşekkür
ReplyDelete