Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:74
Sosyal çalkantıların, her düzeyde bireyin psikolojisini bozduğu bir coğrafyada, sanatın ve bilimin tartışılması yarar açısından değerlendirildiğinde, karşımıza kocaman bir sıfır çıkacağından kuşkum var. Ancak ve örneğin; Nazi Almanya’sı döneminde bile sanatın ve bilimin kendisine nefes alacak ortamlar bulduğunu da hatırlamak gerek! Picasso’nun Guernica tablosunu soran Nazi subaylarına “bunu siz yaptınız” cevabını verdiğini bilen, epey insan vardır diye düşünüyorum!
Yarım yüzyıllık sosyal tarihimde, “bu da mı olacaktı” demeye artık alıştım. İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler, kısaca cumhuriyet yönetiminden uzaklaşmanın bedelini yönetilenlerin ödeyecekleri günlerin hızla yaklaşmakta olduğunu kahrolarak yorumluyorum. Bu sosyal kaosa doğru yuvarlanmanın arkasında “bilginin güç olduğu” bir dünyanın olmadığı açık. Bu yüzyılda; kültürel bağlamda tarım toplumundan çıkamamışlığın bedelini; bilgiye değer veren devletler, bileğe değer verenlere maalesef kan ve gözyaşı ile ödetiyorlar. Bu bedele ilişkin, akademisyenler, sosyal psikologlar veya sosyologlar mutlaka çalışmalar yapıyorlardır bir yerlerde; ama nerde?
Bu yalanlar, bu körlük, bu buhran, başka nerede var?
Toplumun pek çok kesimi gibi akademisyenlerin durumu da vahim. Artık, 1980 öncesi gibi, “akşam eve dönebilecek miyim?” diye düşünen bir akademisyenin, nasıl çalışabileceği veya çalışmalarında objektif sonuçlar ortaya koyabileceğini beklemek mümkün müdür? Başka bir deyişle; temel içgüdülerden ikisinin (doymak ve yaşamak) kontrolü üzerinden ideolojisini yürüten erke teslim akademisyenlerle, dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına girmek olası mıdır? Sonuç onu gösteriyor ki; İnsani Gelişmişlik Endeksi’ne göre değerlendirildiğinde, yaşadığımız coğrafyadaki ülkeler, bu olasılığı düşük ülkeler.
Değişik endeksler ve istatistiki bilgiler ışığında değerlendirmeler yapıldığında sonuç nedir? Ya da bu yukarıya yansıyan yorumlarım sadece duygusal değerlendirmeler midir? Kaos içindeki toplumun örnek bir kesiti olarak üniversitelerde gidişat nasıldır? Gerçek akademisyen olmak kolay mıdır? Vatandaşı olduğu bir ülkenin bayrağını, o ülkede taşımanın “kışkırtıcı davranış” olarak değerlendirildiği, dünyada bir başka ülke var mıdır? Yoksa sergilenen bir “nü” resmi mi daha önemlidir?
Soru sormanın, yorum yapmanın ve bunu paylaşmanın suç olmadığı üniversitelerin -hangi- standartlara göre düzeyleri nasıl belirleniyor sorusuna ilgili kitlesi, genellikle akademisyenlerle sınırlı kalsa da; bazı araştırma kurumlarının dünya üniversitelerinin başarı sıralamalarını konu edinen haber ve tartışmalarını; medyada ancak, satır aralarına sıkışmış halde görebiliyoruz. Her ne ise!
Dünyada akademik başarı sıralamaları yapan sekiz kurum olduğu biliniyor. Bu sekiz kurum içinden; yaklaşık bir yıl önce, Çin-Şhangay’daki Jiao Tong Üniversitesi (ARWU) tarafından yapılan, “dünyadaki en iyi 500 üniversite sıralamasında” Türkiye’den sadece bir üniversitenin yer aldığını okumuştuk. Ülkeler için üniversitelerin yerel öncelikleri ve ihtiyaç analizleri önemli gibi görülmekle birlikte, evrensel bilim normları, kalite beklentileri ve küresel rekabet dikkate alındığında benzeri karşılaştırmaların yapılması, analizde bulunmaya yardımcı olabiliyor. Bu nedenle, hangi kriterlere göre değerlendirme yapıldığına değinmek sıralamayı görmek açısından yararlı olacaktır. ARWU’nun değerlendirme kriterlerinin altı başlıkta toplandığı görülüyor:
1- %10’luk ağırlık, üniversitenin kurulduğu yıldan itibaren Nobel Ödülü ya da Fields Madalyası alan mezun sayısı
2- %20’lik ağırlık, üniversitede çalışan öğretim elemanlarına verilen Nobel Ödülü veya Fields Madalyası sayısı
3- %20’lik ağırlık, Thomson Reuters tarafından en çok atıf alan araştırmacıların listelendiği üniversitelerin HiCi (Highly Cited Researchers) sayısı
4- %20’lik ağırlık, Nature and Science’ta yayınlanan çalışmaların puanlar
5- %20’lik ağırlık, Science Citation Index kapsamında yayınlanan çalışmalara göre yapılan puanlar
6- %10’luk ağırlık ile önceki beş kategoride elde edilen nicel değerlerin üniversitede tam zamanlı çalışan akademik personel sayısı; oranının hesaplanması ile elde ediliyor.
Diğer benzer kurumların kriterleri ile birlikte değerlendirmeye alınabilecek pek çok parametrenin varlığı, sıralamadaki farklılığı elbette etkilemektedir. Ancak Türkiye ile ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Japonya ve Avustralya kıyaslandığında ortaya çıkan sonuçlar üzerinde yukarıda sözünü ettiğim “kaotik sosyal durumun” bir etkisi var mı sorusunun cevabını uzmanlarına bırakmak lazım gelir diyerek, değerlendirmeleri paylaşalım:
• Dünya’nın en iyi 500 üniversitesi arasında 146 üniversitesi bulunan ABD’deki 25-64 yaş arası nüfusun %42’si üniversite mezunu, Türkiye’de ise bu oran %14.
• AR-GE faaliyetleri için ülkelerin GSYİH’den ayırdıkları bütçe oranları da değerlendirmede bilgi sunan parametreler arasında yer almaktadır. Türkiye GSYİH’sinin sadece % 0,86’sını AR-GE faaliyetlerine ayırmaktadır ve bu oran ile 9 ülkenin en gerisinde yer almaktadır. Bu alanda Türkiye’ye en yakın ülke % 1,25 ile İtalya’dır. Japonya’da ise bu oran % 3,39’dur ve Japonya’daki 19 üniversite, dünyadaki en iyi 500 üniversite içinde yer almaktadır.
• Tam zamanlı çalışan araştırmacı sayısının toplam çalışan nüfustaki bindelik oranı, Japonya’da 10,2; Fransa’da 9,0 iken Türkiye’de ise 2,8’dir. Türkiye’ye en yakın ülke olan İtalya’da bile bu oran 4,2 ve Türkiye’deki oranın neredeyse 2 katıdır.
• Ülkelerin gelişmişliklerinin bir göstergesi olarak da kabul edilebilecek küresel inovasyon endeksine göre Türkiye 143 ülke içinde 54. sırada yer almaktadır.
• Yukarıdaki 9 ülke içinde kişi başına düşen milli gelir açısından sıralamanın en altında Türkiye yer alıyor. Birçok parametrede Türkiye’ye en yakın değere sahip İtalya’da bile kişi başına düşen milli gelir Türkiye’nin neredeyse dört katı.
Şu soruyu da sormak mümkün: ARWU’nun değerlendirme kriterlerine göre Türkiye ile benzer özellikler gösteren ülkelerden kaç üniversite, dünyadaki en iyi 500 üniversite içinde yer alıyor?
• Türkiye’nin 25-64 yaş arası mezun oranı %14, ona en yakın OECD ülkesi ise yine %14 ile İtalya, ardından %17 ile Portekiz ve Meksika geliyor. Dünyadaki en iyi 500 üniversite sıralamasında İtalya’nın 21, Portekiz’in 3, Meksika’nın ise 1 üniversitesi yer alıyor.
Bu değerlendirmeler ışığında; bir ülkenin gelişmişlik düzeyini artıran temel etmenlerden birinin eğitim olduğu görülmektedir. Üniversiteler, gelişmenin ön koşuludur denilebilir. “Eğitimin niteliği artmadan gelişmişlik, gelişmişlik düzeyinin artmasıyla sağlanacak maddi ve manevi ortam olmadan da, eğitimin niteliğinde artış sağlanamayacaktır.”
Sonuç; bu durumdan çıkmak için yapılması gereken değişikliklerin, sadece ‘makale yayınlamakla’ çözülemeyeceği açıktır. Üniversitelerin niteliğinin artırılması yönünde çaba başlıkları arasında “sanatın” kesinlikle yer alması gerekir. Sanatın değerlendirilmesi ise, özellikle alanın uzmanları tarafından yapılmalıdır!
Yeni Guernica’ların resmedilmemesi için, sosyal kaostan kurtulmak için:
Eğitim alın, sanata yakın kalın…
Sosyal çalkantıların, her düzeyde bireyin psikolojisini bozduğu bir coğrafyada, sanatın ve bilimin tartışılması yarar açısından değerlendirildiğinde, karşımıza kocaman bir sıfır çıkacağından kuşkum var. Ancak ve örneğin; Nazi Almanya’sı döneminde bile sanatın ve bilimin kendisine nefes alacak ortamlar bulduğunu da hatırlamak gerek! Picasso’nun Guernica tablosunu soran Nazi subaylarına “bunu siz yaptınız” cevabını verdiğini bilen, epey insan vardır diye düşünüyorum!
Yarım yüzyıllık sosyal tarihimde, “bu da mı olacaktı” demeye artık alıştım. İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler, kısaca cumhuriyet yönetiminden uzaklaşmanın bedelini yönetilenlerin ödeyecekleri günlerin hızla yaklaşmakta olduğunu kahrolarak yorumluyorum. Bu sosyal kaosa doğru yuvarlanmanın arkasında “bilginin güç olduğu” bir dünyanın olmadığı açık. Bu yüzyılda; kültürel bağlamda tarım toplumundan çıkamamışlığın bedelini; bilgiye değer veren devletler, bileğe değer verenlere maalesef kan ve gözyaşı ile ödetiyorlar. Bu bedele ilişkin, akademisyenler, sosyal psikologlar veya sosyologlar mutlaka çalışmalar yapıyorlardır bir yerlerde; ama nerde?
Bu yalanlar, bu körlük, bu buhran, başka nerede var?
Toplumun pek çok kesimi gibi akademisyenlerin durumu da vahim. Artık, 1980 öncesi gibi, “akşam eve dönebilecek miyim?” diye düşünen bir akademisyenin, nasıl çalışabileceği veya çalışmalarında objektif sonuçlar ortaya koyabileceğini beklemek mümkün müdür? Başka bir deyişle; temel içgüdülerden ikisinin (doymak ve yaşamak) kontrolü üzerinden ideolojisini yürüten erke teslim akademisyenlerle, dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına girmek olası mıdır? Sonuç onu gösteriyor ki; İnsani Gelişmişlik Endeksi’ne göre değerlendirildiğinde, yaşadığımız coğrafyadaki ülkeler, bu olasılığı düşük ülkeler.
Değişik endeksler ve istatistiki bilgiler ışığında değerlendirmeler yapıldığında sonuç nedir? Ya da bu yukarıya yansıyan yorumlarım sadece duygusal değerlendirmeler midir? Kaos içindeki toplumun örnek bir kesiti olarak üniversitelerde gidişat nasıldır? Gerçek akademisyen olmak kolay mıdır? Vatandaşı olduğu bir ülkenin bayrağını, o ülkede taşımanın “kışkırtıcı davranış” olarak değerlendirildiği, dünyada bir başka ülke var mıdır? Yoksa sergilenen bir “nü” resmi mi daha önemlidir?
Soru sormanın, yorum yapmanın ve bunu paylaşmanın suç olmadığı üniversitelerin -hangi- standartlara göre düzeyleri nasıl belirleniyor sorusuna ilgili kitlesi, genellikle akademisyenlerle sınırlı kalsa da; bazı araştırma kurumlarının dünya üniversitelerinin başarı sıralamalarını konu edinen haber ve tartışmalarını; medyada ancak, satır aralarına sıkışmış halde görebiliyoruz. Her ne ise!
Dünyada akademik başarı sıralamaları yapan sekiz kurum olduğu biliniyor. Bu sekiz kurum içinden; yaklaşık bir yıl önce, Çin-Şhangay’daki Jiao Tong Üniversitesi (ARWU) tarafından yapılan, “dünyadaki en iyi 500 üniversite sıralamasında” Türkiye’den sadece bir üniversitenin yer aldığını okumuştuk. Ülkeler için üniversitelerin yerel öncelikleri ve ihtiyaç analizleri önemli gibi görülmekle birlikte, evrensel bilim normları, kalite beklentileri ve küresel rekabet dikkate alındığında benzeri karşılaştırmaların yapılması, analizde bulunmaya yardımcı olabiliyor. Bu nedenle, hangi kriterlere göre değerlendirme yapıldığına değinmek sıralamayı görmek açısından yararlı olacaktır. ARWU’nun değerlendirme kriterlerinin altı başlıkta toplandığı görülüyor:
1- %10’luk ağırlık, üniversitenin kurulduğu yıldan itibaren Nobel Ödülü ya da Fields Madalyası alan mezun sayısı
2- %20’lik ağırlık, üniversitede çalışan öğretim elemanlarına verilen Nobel Ödülü veya Fields Madalyası sayısı
3- %20’lik ağırlık, Thomson Reuters tarafından en çok atıf alan araştırmacıların listelendiği üniversitelerin HiCi (Highly Cited Researchers) sayısı
4- %20’lik ağırlık, Nature and Science’ta yayınlanan çalışmaların puanlar
5- %20’lik ağırlık, Science Citation Index kapsamında yayınlanan çalışmalara göre yapılan puanlar
6- %10’luk ağırlık ile önceki beş kategoride elde edilen nicel değerlerin üniversitede tam zamanlı çalışan akademik personel sayısı; oranının hesaplanması ile elde ediliyor.
Diğer benzer kurumların kriterleri ile birlikte değerlendirmeye alınabilecek pek çok parametrenin varlığı, sıralamadaki farklılığı elbette etkilemektedir. Ancak Türkiye ile ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Japonya ve Avustralya kıyaslandığında ortaya çıkan sonuçlar üzerinde yukarıda sözünü ettiğim “kaotik sosyal durumun” bir etkisi var mı sorusunun cevabını uzmanlarına bırakmak lazım gelir diyerek, değerlendirmeleri paylaşalım:
• Dünya’nın en iyi 500 üniversitesi arasında 146 üniversitesi bulunan ABD’deki 25-64 yaş arası nüfusun %42’si üniversite mezunu, Türkiye’de ise bu oran %14.
• AR-GE faaliyetleri için ülkelerin GSYİH’den ayırdıkları bütçe oranları da değerlendirmede bilgi sunan parametreler arasında yer almaktadır. Türkiye GSYİH’sinin sadece % 0,86’sını AR-GE faaliyetlerine ayırmaktadır ve bu oran ile 9 ülkenin en gerisinde yer almaktadır. Bu alanda Türkiye’ye en yakın ülke % 1,25 ile İtalya’dır. Japonya’da ise bu oran % 3,39’dur ve Japonya’daki 19 üniversite, dünyadaki en iyi 500 üniversite içinde yer almaktadır.
• Tam zamanlı çalışan araştırmacı sayısının toplam çalışan nüfustaki bindelik oranı, Japonya’da 10,2; Fransa’da 9,0 iken Türkiye’de ise 2,8’dir. Türkiye’ye en yakın ülke olan İtalya’da bile bu oran 4,2 ve Türkiye’deki oranın neredeyse 2 katıdır.
• Ülkelerin gelişmişliklerinin bir göstergesi olarak da kabul edilebilecek küresel inovasyon endeksine göre Türkiye 143 ülke içinde 54. sırada yer almaktadır.
• Yukarıdaki 9 ülke içinde kişi başına düşen milli gelir açısından sıralamanın en altında Türkiye yer alıyor. Birçok parametrede Türkiye’ye en yakın değere sahip İtalya’da bile kişi başına düşen milli gelir Türkiye’nin neredeyse dört katı.
Şu soruyu da sormak mümkün: ARWU’nun değerlendirme kriterlerine göre Türkiye ile benzer özellikler gösteren ülkelerden kaç üniversite, dünyadaki en iyi 500 üniversite içinde yer alıyor?
• Türkiye’nin 25-64 yaş arası mezun oranı %14, ona en yakın OECD ülkesi ise yine %14 ile İtalya, ardından %17 ile Portekiz ve Meksika geliyor. Dünyadaki en iyi 500 üniversite sıralamasında İtalya’nın 21, Portekiz’in 3, Meksika’nın ise 1 üniversitesi yer alıyor.
Bu değerlendirmeler ışığında; bir ülkenin gelişmişlik düzeyini artıran temel etmenlerden birinin eğitim olduğu görülmektedir. Üniversiteler, gelişmenin ön koşuludur denilebilir. “Eğitimin niteliği artmadan gelişmişlik, gelişmişlik düzeyinin artmasıyla sağlanacak maddi ve manevi ortam olmadan da, eğitimin niteliğinde artış sağlanamayacaktır.”
Sonuç; bu durumdan çıkmak için yapılması gereken değişikliklerin, sadece ‘makale yayınlamakla’ çözülemeyeceği açıktır. Üniversitelerin niteliğinin artırılması yönünde çaba başlıkları arasında “sanatın” kesinlikle yer alması gerekir. Sanatın değerlendirilmesi ise, özellikle alanın uzmanları tarafından yapılmalıdır!
Yeni Guernica’ların resmedilmemesi için, sosyal kaostan kurtulmak için:
Eğitim alın, sanata yakın kalın…
No comments:
New comments are not allowed.