Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:85
İnsana ait bir özelliğin insan dışında bir varlığa verilmesi olarak yorumlanan fabl; sonunda ders verme amacı güden, güldüren, düşündüren ve genellikle şiir tadında öykülerdir. Fabllardaki söylemeler için genellikle kahramanlar hayvan karakterlerinden seçilir (ayı, eşek, tilki, kurt, karga gibi). Ancak; bu hayvanlar insanlar gibi düşünür, konuşur ve insanlar gibi davranırlar.
Fablı ilk olarak yazanlar Frigler’dir. Hitit’ler ise fablları taş tabletlere yazıp resimlemişlerdir. Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop, La Fontaine ve Beydeba'dır. Ezop'un fablları M.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. Fabllar günümüzde eğitimde çok fazla kullanılmaktadır.
"Fabl" sözcüğünün kökeni Latince "hikaye" anlamına gelen “fabıla”dır. Fakat bu sözcük zamanla bir ahlak ilkesi veya davranış kuralını anlatan kısa ve simgesel bir öykü türünün adına dönüşmüştür.
“Aç kalan önce yemek, açık kalan önce giymek ister“ diyerek; okuyanların/dinleyenlerin kendi duyarlılıklarına, ya da önceliklerine göre yorumladıkları bu öyküleri günümüz siyasi dünyasında bir şeyler ile örtüştürmek çok mümkündür inancındayım.
Aşağıdaki öykü ile sosyolojik ve hatta siyasi “sadece“ gönderme ilgim olduğunu açıklayarak; Jean de La Fontaine’in belki de en çok bilinen öykülerinden biri olan APTAL KARGA İLE KURNAZ TİLKİ’yi paylaşmak istedim bu hafta. Aslında böyle bir sosyal göndermeyi yazmaya niyetim yoktu bu hafta. Da geçen hafta Alsancak taraflarında, yine objektifimden bakarken sayfamda paylaştığım bu fotoğraf karesine “denk” geldim! Ya da kısaca “kuş taşa denk geldi” deyip öyküye geçelim:
Evvel zamanda ormanın birinde hırsız bir karga yaşarmış. Bu karga günün birinde nereden çaldıysa bir parça peynir çalmış. Çaldığı peynir parçasını gagasının arasına sıkıştırmış, uçarak gelmiş ve ulu bir ağacın dalına konmuş.
O sırada ormanda açlıktan karnı zil çalan bir tilki dolanıyormuş. Öykü ya, hemen peynirin kokusunu alıvermiş. Ağzı sulanan tilki iştahla dudaklarını şapırdatarak karganın tünediği dalın altına kadar gelmiş. Karga da tam bu sırada çaldığı peyniri afiyetle yemeye hazırlanıyormuş. Hemen kargayı nasıl tuzağa düşüreceğinin hesabını yapıvermiş kurnaz tilki! Sonra da başlamış şiir gibi diller dökmeye:
“Günaydın sayın karga, bu ne güzellik böyle. İnanın bakmaya doyamıyorum size. Tüyleriniz ne kadar parlak öyle. Sesiniz de tüyleriniz kadar güzelse. Bu ormanda kimse boy ölçüşemez sizin güzelliğinizle. Ne yalan söyleyeyim, bir güzel daha görmedim üstünüze."
Kara karga hemen havalara girmiş, bir görseniz. Ne yapacağını şaşırmış; aşağı yukarı, sağa sola kıvırmış boynunu, açıp kapatmış kanatlarını. Hatta poz vermiş fotoğraf çektirir gibi… Tilki onun havalara girdiğini görünce, daha bir coşmuş sanki. Sıradaki palavralarını söylemeye devam etmiş:
"Bunca güzelliğe, endama, boya poza karşı, sesiniz nasıldır acaba diye merak ediyorum doğrusu. Lütfen bir şarkı söyler misiniz bana? Sesiniz de kendiniz kadar güzelse bu ormana kesin siz kral olursunuz."
Bunca iltifata kim dayanabilir! Karga hemen tünediği daldan şöyle dimdik durarak öyle bir kasıntı pozu vermiş ki ulu ağacın yaprakları titremiş. Hemen ardından da sesinin ne kadar güzel olduğunu göstermek üzere şarkı söylemeye hazırlanmış.
“Şu tilkiye bir gak diyeyim de ses görsün” demiş içinden ve kocaman açmaya çalışmış gagasını.
"Gaakkkkk!" der demez de, peyniri yere düşürüvermiş.
Kurnaz tilki de baştan beri bunu bekliyormuş zaten. Hemen peynirin üstüne atılmış, göz açıp kapayana kadar da yalayıp yutuvermiş peyniri. Sonra da aptal aptal olup bitene bakmakta olan kargaya dönmüş ve şu çok önemli dersi vermiş:
"Bu dersi hiç unutma akılsız karga.
Sen sen ol bir daha
her yüze gülenden dost olur sanma!”
Tilkinin bu dersini alamamış kargaya ilişkin bir başka versiyon daha buldum. Peyniri yalayıp yutuveren tilki, giderken dönmüş kara kargaya şöyle seslenmiş:
“Efendiciğim,
Size güzel bir ders vereceğim:
Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,
Bu ders için fazla olmasa gerek bir peynir!”
Karga şaşkın, mahcup, artık geç olmuştur ama, öykünün devamında son söz yine ona verilir:
“Yemin eder” karga, artık faka basmayacağına!
Ulu ağacın bu sefer yaprakları değil dalları titrer. En tepedeki yaprak sessizce düşer…
….
Fabl burada biter de peki; yazının başlığındaki “belki” neden?
“Belki” bir akademik dönem boyunca yan gelip yatan, finaller sonrası kapılar çalanların beklentisini tarifleyebilecek bir sözcüktür bu yazıya karıştığı hali ile. Son haftalarda siyasi kurguların yanı sıra çevremde en çok duyduğum sıkıntıyı dile getiriyor “belki”. O nedenle bu yazıda yer aldı belki! Belkinin fotoğrafı yok ama, tilkinin fotoğrafı var!
Üniversiteler mezunlar vermeye devam ediyorlar. YÖK Başkanı da KKTC’de idi.
Diğer üniversitelerdekiler de öyledir ama, geceleri Lefkoşa’ya doğru bakınca, Yakın Doğu Üniversitesi öğrenci yurtlarındaki ışıkların azaldığını görüyorum… Bir sonraki döneme kadar…
YDÜ Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nin bu seneki mezuniyet sergisi 29 Haziran’da Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezinde açılacak. Biz orada olacağız.
Eğitim alın, diploma da alın, sanata yakın kalın…
İnsana ait bir özelliğin insan dışında bir varlığa verilmesi olarak yorumlanan fabl; sonunda ders verme amacı güden, güldüren, düşündüren ve genellikle şiir tadında öykülerdir. Fabllardaki söylemeler için genellikle kahramanlar hayvan karakterlerinden seçilir (ayı, eşek, tilki, kurt, karga gibi). Ancak; bu hayvanlar insanlar gibi düşünür, konuşur ve insanlar gibi davranırlar.
Fablı ilk olarak yazanlar Frigler’dir. Hitit’ler ise fablları taş tabletlere yazıp resimlemişlerdir. Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop, La Fontaine ve Beydeba'dır. Ezop'un fablları M.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. Fabllar günümüzde eğitimde çok fazla kullanılmaktadır.
"Fabl" sözcüğünün kökeni Latince "hikaye" anlamına gelen “fabıla”dır. Fakat bu sözcük zamanla bir ahlak ilkesi veya davranış kuralını anlatan kısa ve simgesel bir öykü türünün adına dönüşmüştür.
“Aç kalan önce yemek, açık kalan önce giymek ister“ diyerek; okuyanların/dinleyenlerin kendi duyarlılıklarına, ya da önceliklerine göre yorumladıkları bu öyküleri günümüz siyasi dünyasında bir şeyler ile örtüştürmek çok mümkündür inancındayım.
Aşağıdaki öykü ile sosyolojik ve hatta siyasi “sadece“ gönderme ilgim olduğunu açıklayarak; Jean de La Fontaine’in belki de en çok bilinen öykülerinden biri olan APTAL KARGA İLE KURNAZ TİLKİ’yi paylaşmak istedim bu hafta. Aslında böyle bir sosyal göndermeyi yazmaya niyetim yoktu bu hafta. Da geçen hafta Alsancak taraflarında, yine objektifimden bakarken sayfamda paylaştığım bu fotoğraf karesine “denk” geldim! Ya da kısaca “kuş taşa denk geldi” deyip öyküye geçelim:
Evvel zamanda ormanın birinde hırsız bir karga yaşarmış. Bu karga günün birinde nereden çaldıysa bir parça peynir çalmış. Çaldığı peynir parçasını gagasının arasına sıkıştırmış, uçarak gelmiş ve ulu bir ağacın dalına konmuş.
O sırada ormanda açlıktan karnı zil çalan bir tilki dolanıyormuş. Öykü ya, hemen peynirin kokusunu alıvermiş. Ağzı sulanan tilki iştahla dudaklarını şapırdatarak karganın tünediği dalın altına kadar gelmiş. Karga da tam bu sırada çaldığı peyniri afiyetle yemeye hazırlanıyormuş. Hemen kargayı nasıl tuzağa düşüreceğinin hesabını yapıvermiş kurnaz tilki! Sonra da başlamış şiir gibi diller dökmeye:
“Günaydın sayın karga, bu ne güzellik böyle. İnanın bakmaya doyamıyorum size. Tüyleriniz ne kadar parlak öyle. Sesiniz de tüyleriniz kadar güzelse. Bu ormanda kimse boy ölçüşemez sizin güzelliğinizle. Ne yalan söyleyeyim, bir güzel daha görmedim üstünüze."
Kara karga hemen havalara girmiş, bir görseniz. Ne yapacağını şaşırmış; aşağı yukarı, sağa sola kıvırmış boynunu, açıp kapatmış kanatlarını. Hatta poz vermiş fotoğraf çektirir gibi… Tilki onun havalara girdiğini görünce, daha bir coşmuş sanki. Sıradaki palavralarını söylemeye devam etmiş:
"Bunca güzelliğe, endama, boya poza karşı, sesiniz nasıldır acaba diye merak ediyorum doğrusu. Lütfen bir şarkı söyler misiniz bana? Sesiniz de kendiniz kadar güzelse bu ormana kesin siz kral olursunuz."
Bunca iltifata kim dayanabilir! Karga hemen tünediği daldan şöyle dimdik durarak öyle bir kasıntı pozu vermiş ki ulu ağacın yaprakları titremiş. Hemen ardından da sesinin ne kadar güzel olduğunu göstermek üzere şarkı söylemeye hazırlanmış.
“Şu tilkiye bir gak diyeyim de ses görsün” demiş içinden ve kocaman açmaya çalışmış gagasını.
"Gaakkkkk!" der demez de, peyniri yere düşürüvermiş.
Kurnaz tilki de baştan beri bunu bekliyormuş zaten. Hemen peynirin üstüne atılmış, göz açıp kapayana kadar da yalayıp yutuvermiş peyniri. Sonra da aptal aptal olup bitene bakmakta olan kargaya dönmüş ve şu çok önemli dersi vermiş:
"Bu dersi hiç unutma akılsız karga.
Sen sen ol bir daha
her yüze gülenden dost olur sanma!”
Tilkinin bu dersini alamamış kargaya ilişkin bir başka versiyon daha buldum. Peyniri yalayıp yutuveren tilki, giderken dönmüş kara kargaya şöyle seslenmiş:
“Efendiciğim,
Size güzel bir ders vereceğim:
Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,
Bu ders için fazla olmasa gerek bir peynir!”
Karga şaşkın, mahcup, artık geç olmuştur ama, öykünün devamında son söz yine ona verilir:
“Yemin eder” karga, artık faka basmayacağına!
Ulu ağacın bu sefer yaprakları değil dalları titrer. En tepedeki yaprak sessizce düşer…
….
Fabl burada biter de peki; yazının başlığındaki “belki” neden?
“Belki” bir akademik dönem boyunca yan gelip yatan, finaller sonrası kapılar çalanların beklentisini tarifleyebilecek bir sözcüktür bu yazıya karıştığı hali ile. Son haftalarda siyasi kurguların yanı sıra çevremde en çok duyduğum sıkıntıyı dile getiriyor “belki”. O nedenle bu yazıda yer aldı belki! Belkinin fotoğrafı yok ama, tilkinin fotoğrafı var!
Üniversiteler mezunlar vermeye devam ediyorlar. YÖK Başkanı da KKTC’de idi.
Diğer üniversitelerdekiler de öyledir ama, geceleri Lefkoşa’ya doğru bakınca, Yakın Doğu Üniversitesi öğrenci yurtlarındaki ışıkların azaldığını görüyorum… Bir sonraki döneme kadar…
YDÜ Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nin bu seneki mezuniyet sergisi 29 Haziran’da Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezinde açılacak. Biz orada olacağız.
Eğitim alın, diploma da alın, sanata yakın kalın…
No comments:
Post a Comment