Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:19
23 Mart 2014, Pazar, Lefkoşa
Bugün, yazıma nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Bildiğim; bugünün dünden daha farklı bir gün olduğu: dünyanın gözü önünde meydana gelen “ben, benim, bana, benden…” gerekçeleriyle uygulanan bir karartma operasyonu farklılaştırdı bugünü. Otuza yakın ülkeden sanatçının katıldığı bir uluslararası sanat çalıştayına davetliydim.
Mısır’dan, Çin’den ve İran’dan kimse yok, ancak diğerleri bizim TV kanallarının yayınından önce, internet üzerinden hemen öğrenmişlerdi her şeyi.. Dünyanın her geçen gün daha da küçüldüğü bu yüzyılda toplumsal olaylara sanatçıların duyarsız kalması mümkün değil. İlgili olan herkes araştırdığında bizzat kendi dilinde yorumlar da okuduğu için konuya ilişkin sohbetlerin yüzeysel olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Daha geçen haftaki yazımda “bir” toplumun akademik ve sanatsal “tarihine not düşmek için” çabaladığımı ifade etmiştim. Ancak; bugün dünya siyasi tarihine sosyal medya üzerinden çizik atılmasına tanık olmak da varmış ifadesini kullansam yanlış olmaz sanırım! Bu ifadeden hareketle aşağıdaki soruların “fikir özgürlüğüne taraf olma” adına kanatlanması ve gelip kağıda konmasını “insani” bir beklenti olarak ele almak yanlış olmasa gerek.
Sorular şöyle: Demokrasinin uygulanırlığı esas alınarak ölçü birimi oluşturulmuş liglerin hangisinde top oynuyoruz sorusu, dünya akademik sıralamasındaki yerimizin neresi olduğuna ilişkin soruya cevap özelliğini de taşır mı acaba? Sporu televizyon karşısında maç seyretmek olarak kabul edenler ile akademisyenliği memurluk ile eş değer görenlerin arasında bir fark var mıdır? Siyasi iddiaların kurufasulye ile gastrolojik bağlantısı, dünyanın hangi ülkesinde bu kadar yakın ilişki içindedir ve bundan rahatsız olmayanların beş duyu organının çalıştığından şüphe etmemek mümkün mü? Düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğünün temel insan haklarından biri olduğu kabulü, sadece “ben” söz konusu olduğunda değil, toplum veya “herkes” için de neden geçerli olmalıdır? Toplumsal ilerleme veya demokrasi, onların üstü çizilerek veya kesintiye uğratılarak sürdürülebilir mi? Akademik ve/veya bilimsel ilerleme, fikir özgürlüğünün bulunmadığı “yerlerde” mümkün müdür?
Bugünün farklılığını soruların içinde bırakarak özellikle “Arap Baharı”nın yaşandığı coğrafyada son yıllarda yaşanan sosyolojik süreç tek bir cümle ile şöyle özetlenebilir mi acaba? Bilgi teknolojilerinin baş döndürücü gelişimi, üretici değil de “tüketici” kimliği ön planda olan toplumları “sosyal designırlar” aracılılığıyla büyük bir çalkantıya sürüklemedi mi; ya da bu design edilen ülkeler düne göre daha mı çok demokrasiye sahipler, oradaki insan hakları kimin umurunda veya hangi ligdeler?
Mutlaka daha öncesi değişik boyutlarda meydana gelmiştir ancak; düzenlemenin görünen/alenileşen başlangıcında Irak topraklarında ilerleyen tankların görüntülerini uydu üzerinden canlı yayınlayan TV kanallarının, paletlerin altında ezilen kum tanelerini sanatsal sunumla dünyaya yaydığı sırada zafer çığlıkları atanlar, bugün tef mi çalıyorlar yoksa piyano mu?
Birileri, bilgisayarın insanın yapabilirliğini inanılmaz derecede artırdığına inanırken, diğerleri sosyal medyada kullanılan programlar aracılığıyla geleceğin çevresel değişimlerine aşı¬rı tepki gösteriyor. Dünyanın bir tarafı bilimle uğraşıp ürettiği teknoloji ile galaksiler arası yolculuğun hazırlığını yaparken, diğer tarafı “kuşları” kafesliyor.
Görünen o ki; toplumlar zamana, dolayısıyla teknolojiye ayak uyduramayanlara karşı hiç de merhametli değiller. Güne ve sanata yakın kalmanız dileğimle.
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:19
23 Mart 2014, Pazar, Lefkoşa
Bugün, yazıma nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Bildiğim; bugünün dünden daha farklı bir gün olduğu: dünyanın gözü önünde meydana gelen “ben, benim, bana, benden…” gerekçeleriyle uygulanan bir karartma operasyonu farklılaştırdı bugünü. Otuza yakın ülkeden sanatçının katıldığı bir uluslararası sanat çalıştayına davetliydim.
Mısır’dan, Çin’den ve İran’dan kimse yok, ancak diğerleri bizim TV kanallarının yayınından önce, internet üzerinden hemen öğrenmişlerdi her şeyi.. Dünyanın her geçen gün daha da küçüldüğü bu yüzyılda toplumsal olaylara sanatçıların duyarsız kalması mümkün değil. İlgili olan herkes araştırdığında bizzat kendi dilinde yorumlar da okuduğu için konuya ilişkin sohbetlerin yüzeysel olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Daha geçen haftaki yazımda “bir” toplumun akademik ve sanatsal “tarihine not düşmek için” çabaladığımı ifade etmiştim. Ancak; bugün dünya siyasi tarihine sosyal medya üzerinden çizik atılmasına tanık olmak da varmış ifadesini kullansam yanlış olmaz sanırım! Bu ifadeden hareketle aşağıdaki soruların “fikir özgürlüğüne taraf olma” adına kanatlanması ve gelip kağıda konmasını “insani” bir beklenti olarak ele almak yanlış olmasa gerek.
Sorular şöyle: Demokrasinin uygulanırlığı esas alınarak ölçü birimi oluşturulmuş liglerin hangisinde top oynuyoruz sorusu, dünya akademik sıralamasındaki yerimizin neresi olduğuna ilişkin soruya cevap özelliğini de taşır mı acaba? Sporu televizyon karşısında maç seyretmek olarak kabul edenler ile akademisyenliği memurluk ile eş değer görenlerin arasında bir fark var mıdır? Siyasi iddiaların kurufasulye ile gastrolojik bağlantısı, dünyanın hangi ülkesinde bu kadar yakın ilişki içindedir ve bundan rahatsız olmayanların beş duyu organının çalıştığından şüphe etmemek mümkün mü? Düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğünün temel insan haklarından biri olduğu kabulü, sadece “ben” söz konusu olduğunda değil, toplum veya “herkes” için de neden geçerli olmalıdır? Toplumsal ilerleme veya demokrasi, onların üstü çizilerek veya kesintiye uğratılarak sürdürülebilir mi? Akademik ve/veya bilimsel ilerleme, fikir özgürlüğünün bulunmadığı “yerlerde” mümkün müdür?
Bugünün farklılığını soruların içinde bırakarak özellikle “Arap Baharı”nın yaşandığı coğrafyada son yıllarda yaşanan sosyolojik süreç tek bir cümle ile şöyle özetlenebilir mi acaba? Bilgi teknolojilerinin baş döndürücü gelişimi, üretici değil de “tüketici” kimliği ön planda olan toplumları “sosyal designırlar” aracılılığıyla büyük bir çalkantıya sürüklemedi mi; ya da bu design edilen ülkeler düne göre daha mı çok demokrasiye sahipler, oradaki insan hakları kimin umurunda veya hangi ligdeler?
Mutlaka daha öncesi değişik boyutlarda meydana gelmiştir ancak; düzenlemenin görünen/alenileşen başlangıcında Irak topraklarında ilerleyen tankların görüntülerini uydu üzerinden canlı yayınlayan TV kanallarının, paletlerin altında ezilen kum tanelerini sanatsal sunumla dünyaya yaydığı sırada zafer çığlıkları atanlar, bugün tef mi çalıyorlar yoksa piyano mu?
Birileri, bilgisayarın insanın yapabilirliğini inanılmaz derecede artırdığına inanırken, diğerleri sosyal medyada kullanılan programlar aracılığıyla geleceğin çevresel değişimlerine aşı¬rı tepki gösteriyor. Dünyanın bir tarafı bilimle uğraşıp ürettiği teknoloji ile galaksiler arası yolculuğun hazırlığını yaparken, diğer tarafı “kuşları” kafesliyor.
Görünen o ki; toplumlar zamana, dolayısıyla teknolojiye ayak uyduramayanlara karşı hiç de merhametli değiller. Güne ve sanata yakın kalmanız dileğimle.
No comments:
Post a Comment