KIBRIS gazetesi, 2016-03-07, pazartesi, sayfa: 34
Maalesef bu coğrafyadaki hemen herkesin gündeminde derece farklılıklarıyla da olsa yer alan siyaset; nerede ise her hafta Yakından Sanat köşesinde istenmeyen misafirim olarak kendine “bir” yer buluyor. Son yıllarda soluksuz yaşanan gerilime; bir Türk olarak Prof.Dr. Aziz Sancar’ın Nobel ödülü alması bile ara verdiremedi. Hatırlayınız, onu bile siyasete alet ettiler. Hangi ırktan olduğu, ödülünü nereye emanet edeceği ve daha pek çok soruyu sorup istedikleri cevabın peşine koştular birileri. Elde edemedikleri her cevap için de çirkinleştiler…
Geldik bugüne; gerilimin içinde artık savaş tamtamları çalıyor…
Dışarıda yalnızlaşan, içeride ayrışan güzel ülkemde; diğerleri için, başkalarının çocuklarını feda etmeye hazır siyaset! Bu durum, ülkemin evlatları için olmasın felaket…
Deyip, ara vermek lazım…
Diyerek esas konuya geçtiğim bir yazı yazdım dün. Hani bana sorulsa fena da olmamıştı. Fotoğraflarla desteklenmiş Yakından Sanat’taki klasik yazılarımdan biriydi. Tamam biliyorum elbette biraz uzun oluyordu yazılar, okunması güçleşiyordu punto da küçük olunca. Ama bu işe kendimi bayağı da kaptırmadım değil-di!.. Ancak, içeriği nedeniyle -ki biz buna kurumsal nedenler diyelim- yazdığım yazının yerine, nazik bir telefon, başka bir yazı yazmam gerektiği sonucuna döndürdü işi. Saygı göstererek devam edelim…
Durumla sakın yakın uğraşırken bir fıkra geldi aklıma:
Babası, okuldan dönen küçük Temel`in defterine bakar ki ne görsün, tek bir satır bile yazı yoktur. Aslında notları iyi ve çok çalışkan olduğuna inandığı oğluna büyük bir merak içinde sorar:
-Ula uşağum neden ha bu defterun sayfaları boştur?
Küçük Temel’in cevabı:
-Babacuğum sen benum tembel olmaduğumu bileyisun, öğretmenun tahtaya yazdıklarınun aynısını ben da her zaman defterume yazayirum.
Baba atlar hemen:
-Haçan, ha bu kirlenmiş defterde yazılmış bir şey yoktur da!
Temel:
-Ama babacuğum; öğretmen tahtayı silince, ben da defteri silmek zorunda kaliyirum!
…
Merakınızı gidereyim; Temel’in sildiği, ama benim değiştirdiğim yazımın konusunda işlediğim büyük bir hayal vardı, ulaşılmak istenen bir hedef!
Türkiye’de henüz televizyonun tek kanallı ve siyah beyaz olduğu dönemlerden hatırlıyorum, yayın kesilince ekrana hemen ve genellikle bir maşrapa ya da çeşme resmi gelirdi… İşte o maşrapa örneğini daha önce bir yazımda kullanmıştım. Bugüne çeşme kaldı demek istemediğim için öyle bir resim de paylaşmayacağım sizinle…
Ama, şöyle derinliği olan bir Kıbrıs manzarasına yok demezsiniz diye düşünüyorum…
Kıbrıs hakkında açık bilgi kaynaklarında araştırma yapınca ortaya çıkan ilk yorumsuz ve siyasetsiz verileri olduğu gibi aktarmanın bir zararı olmayacağını düşündüm. Çünkü bu bilgiler o hayalin, Che Guevara’nın “gerçekçi ol, imkânsızı iste…” deyişi ile örtüştüğünü gösteriyordu.
Özellikle gençlerin giydiği tişortlerde, yıldızlı şapkalarda karşımıza sıkça çıkan bu ikon adam Che Guevara kimdi?
Gelin bugün sanatı tatile gönderelim, içinde seyahat olan egzotik bir yere gönderelim onu ki, dönerken de oradan öyle gelsin!..
Açık bilgi kaynaklarına göre, Ernesto Che Guevara, kısaca Che Guevara ya da el Che, Arjantinli bir doktordur. Ünlü yazar ve 1968 hareketlerinin önde gelen isimlerinden Jean-Paul Sartre, Guevara’yı “çağımızın en olgun insanı” olarak tanımlamıştır. Ancak onu ikonlaştıran doktorluğu değildir!
Che Guevara’nın İspanyolcadan İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevrilmiş “Günlük” kitabını okumuştum…
Hakkında Türkçe yazılmış en kısa, en sıradan özgeçmişini paylaşayım:
“Dünyaca tanınırlığı Marksist politikacı, Küba gerillaları ile Enternasyonalist gerillaların lideri oluşu ve devrimciliğinden gelir.
Doktorluk eğitimi alırken Latin Amerika’yı boydan boya gezer ve böylece toplumun karşı karşıya kaldığı fakirliği doğrudan görür.. Bu gözlemleri sonucunda bölgedeki ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmanın tek yolunun devrim olduğuna karar vererek Marksizm’i incelemeye başlar. Başkan Jacobo Arbenz Guzmán’ın önderliğinde Guatemala’nın sosyal devrimine katılır. Bir süre sonra Küba yönetimini ele geçiren Fidel Castro’nun askeri nitelikli 26 Temmuz Hareketi’nin bir üyesi olur.
Gerilla savaşı teorisi ve uygulamaları üzerine makaleler ve kitaplar yazdıktan sonra diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere katılmak üzere 1965 yılında Küba’dan ayrılır.
İlk önce Kongo-Kinşasa’ya (sonraları Kongo Demokratik Cumhuriyeti) daha sonra da CIA ve Amerikan Ordusu Özel Harekât Birlikleri’nin ortak operasyonu sonrası yakalanacağı Bolivya’ya gider.
Guevara, 9 Ekim 1967’de Vallegrande yakınlarındaki La Higuera’da Bolivya Ordusu’nun elindeyken öldürülür. Son saatlerinde yanında bulunanlar ve onu öldürenler, yargısız infaz edildiğine tanıklık etmişlerdir.
Che Guevara ölümünden sonra sosyalist, devrimci hareketlerin bir sembolü, hatta bir kahraman haline gelmiştir.”
Bugün, -herkesin kabul ettiği üzere- dünya çapında en çok tanınan ikonlardan biridir Che Guevara. Kimi kaynaklara göre de açık ara birinci.
Özet olarak ve tekrardan; “gerçekçi ol, imkânsızı iste”… diyen bir kahraman Che Guevara.
Makale gereği; Che Guevara’yı Kıbrıs ile alakalandırmamız lazım!
Madem öyle, önce Kıbrıs hakkında biraz bilgi vererek başlayalım alakalandırmaya.
Kıbrıs, bazı ülkelerle sadece coğrafi alan olarak bile kıyaslandığında ortaya elbette pek de iç açıcı sonuçlar çıkmıyor. Aşağıda kıyaslama yapılabilmesi için bazı ülkeleri ve onların rakamsal büyüklüklerini verdim… İşte bu rakamlar; okuyabilenler için, o hayalin büyüklüğünün, kültürel ve teknolojik farklılıkların dışındaki “açıklığın” da göstergeleridir. Eğitim zaten başlı başına bir konudur.
Çin Halk Cumhuriyeti: 9.706.961 km²
Japonya: 377.930 km²
Almanya: 357.114 km²
İtalya: 301.336 km²
Güney Kore: 100.210 km²
Kıbrıs: 9.251 km²
KKTC: 3.355 km²
Kaynaklardan özetleyerek okumaya devam edelim:
“Kıbrıs, Türkiye’nin güneyinde bulunan, Akdeniz’in üçüncü büyük adası. Türkiye’ye olan uzaklığı Anamur Burnundan 65 km’dir. Toroslar'ın çevrelediği Çukurova bölgesi ile Amanoslar'ın kuşattığı bugünkü Hatay bölgesi arasında bir ada olması dolayısıyla bu kara parçaları ile bir bütünlük arz eder. Aynı zamanda Hatay ile Anadolu kıyılarının teşkil ettiği İskenderun Körfezi'ne hakim bir noktada bulunduğundan bu toprakları kontrol eder durumdadır.
Kıbrıs; Türkiye sahillerinden 70, Suriye'den 100, Mısır'dan 370, Rodos'tan 400 ve Yunanistan sahillerinden 800 km. uzaklıktadır. Girintili çıkıntılı bir özelliğe sahip olan 782 km. uzunluğundaki sahilleriyle, 35° kuzey paraleli ve 35° doğu meridyeni üzerinde yer alır. Ada; kuzeyinde Kormacit Yarımadası'ndan başlayarak Karpaz Yarımadası'na doğru uzanan ve en yüksek zirveleri 1.000 metreyi nadiren aşan Girne-Karpaz Dağları, güneyinde Trodos Dağları ve bunların arasında 100 km. uzunluğunda, 10-15 km. genişliğinde bir alçak sahadan meydana gelir. Adanın doğuda ve batıda uç noktalarını teşkil eden Andreas ve Drepena burunları arası 227 km. ve güney ve kuzey istikametindeki uç noktalar olan Gata ve Kormacit burunları arası ise 97 km.'dir.
Kıbrıs; yapı ve yeryüzü şekilleri itibariyle Anadolu'nun güneyindeki Toros sistemi içinde mütalaa edilir. Hatay'daki dağ ve ovalar 130 km. güneybatıda, Kıbrıs'ta deniz seviyesi üzerine çıkarak aynı vasıflarla devam etmektedir. Derinliği birkaç yüz metrelik bir denizaltı platformu ile Anadolu'ya bağlı olan adanın temeli, batıda ve güneyde 2.000 metreden daha derin denizaltı çukurları tarafından çevrilmiştir.
Yeryüzü şekilleri ve yapısı hakkında verilen kısa bilgiler Kıbrıs Adası'nın, Anadolu Yarımadası'na akraba, hatta onun küçük bir örneği olduğunu göstermektedir. İklim bakımından da aynı paralelliği görmek mümkündür. Bitki örtüsü bakımından da Toroslarla benzerlik arz etmektedir.”
Böyle özellikleri olan bir “adada kıtalı gibi yaşamak” sloganıyla yola çıkılıp, bir hayalin peşine koşulunca bakalım nerelere varılıyor deyip; gelinen bir sonucun basına yansıyan kısmına tanıklık ettim bu hafta!
…
Kıbrıs’ta, KKTC’de günün tanığı olarak, üstelik siyasi konuların çekiciliğine ve de suyun girdabına kapılmadan; yazımı noktalayayım.
Sekiz Mart Dünya Kadınlar Günü; geçen yıl hem bir makale yazmış, hem de sunum koşulları iyi olmayan bir ortamda konferans vermiştim, “Kadın ve Sanat” üzerine.
Dün; sohbet ederken bir arkadaşım: “her gün onların günü, ancak yılda bir kere de kutluyorlar” dedi…
Hayallerinize, teknolojiye ve sanata yakın kalın…
Maalesef bu coğrafyadaki hemen herkesin gündeminde derece farklılıklarıyla da olsa yer alan siyaset; nerede ise her hafta Yakından Sanat köşesinde istenmeyen misafirim olarak kendine “bir” yer buluyor. Son yıllarda soluksuz yaşanan gerilime; bir Türk olarak Prof.Dr. Aziz Sancar’ın Nobel ödülü alması bile ara verdiremedi. Hatırlayınız, onu bile siyasete alet ettiler. Hangi ırktan olduğu, ödülünü nereye emanet edeceği ve daha pek çok soruyu sorup istedikleri cevabın peşine koştular birileri. Elde edemedikleri her cevap için de çirkinleştiler…
Geldik bugüne; gerilimin içinde artık savaş tamtamları çalıyor…
Dışarıda yalnızlaşan, içeride ayrışan güzel ülkemde; diğerleri için, başkalarının çocuklarını feda etmeye hazır siyaset! Bu durum, ülkemin evlatları için olmasın felaket…
Deyip, ara vermek lazım…
Diyerek esas konuya geçtiğim bir yazı yazdım dün. Hani bana sorulsa fena da olmamıştı. Fotoğraflarla desteklenmiş Yakından Sanat’taki klasik yazılarımdan biriydi. Tamam biliyorum elbette biraz uzun oluyordu yazılar, okunması güçleşiyordu punto da küçük olunca. Ama bu işe kendimi bayağı da kaptırmadım değil-di!.. Ancak, içeriği nedeniyle -ki biz buna kurumsal nedenler diyelim- yazdığım yazının yerine, nazik bir telefon, başka bir yazı yazmam gerektiği sonucuna döndürdü işi. Saygı göstererek devam edelim…
Durumla sakın yakın uğraşırken bir fıkra geldi aklıma:
Babası, okuldan dönen küçük Temel`in defterine bakar ki ne görsün, tek bir satır bile yazı yoktur. Aslında notları iyi ve çok çalışkan olduğuna inandığı oğluna büyük bir merak içinde sorar:
-Ula uşağum neden ha bu defterun sayfaları boştur?
Küçük Temel’in cevabı:
-Babacuğum sen benum tembel olmaduğumu bileyisun, öğretmenun tahtaya yazdıklarınun aynısını ben da her zaman defterume yazayirum.
Baba atlar hemen:
-Haçan, ha bu kirlenmiş defterde yazılmış bir şey yoktur da!
Temel:
-Ama babacuğum; öğretmen tahtayı silince, ben da defteri silmek zorunda kaliyirum!
…
Merakınızı gidereyim; Temel’in sildiği, ama benim değiştirdiğim yazımın konusunda işlediğim büyük bir hayal vardı, ulaşılmak istenen bir hedef!
Türkiye’de henüz televizyonun tek kanallı ve siyah beyaz olduğu dönemlerden hatırlıyorum, yayın kesilince ekrana hemen ve genellikle bir maşrapa ya da çeşme resmi gelirdi… İşte o maşrapa örneğini daha önce bir yazımda kullanmıştım. Bugüne çeşme kaldı demek istemediğim için öyle bir resim de paylaşmayacağım sizinle…
Ama, şöyle derinliği olan bir Kıbrıs manzarasına yok demezsiniz diye düşünüyorum…
Kıbrıs hakkında açık bilgi kaynaklarında araştırma yapınca ortaya çıkan ilk yorumsuz ve siyasetsiz verileri olduğu gibi aktarmanın bir zararı olmayacağını düşündüm. Çünkü bu bilgiler o hayalin, Che Guevara’nın “gerçekçi ol, imkânsızı iste…” deyişi ile örtüştüğünü gösteriyordu.
Özellikle gençlerin giydiği tişortlerde, yıldızlı şapkalarda karşımıza sıkça çıkan bu ikon adam Che Guevara kimdi?
Gelin bugün sanatı tatile gönderelim, içinde seyahat olan egzotik bir yere gönderelim onu ki, dönerken de oradan öyle gelsin!..
Açık bilgi kaynaklarına göre, Ernesto Che Guevara, kısaca Che Guevara ya da el Che, Arjantinli bir doktordur. Ünlü yazar ve 1968 hareketlerinin önde gelen isimlerinden Jean-Paul Sartre, Guevara’yı “çağımızın en olgun insanı” olarak tanımlamıştır. Ancak onu ikonlaştıran doktorluğu değildir!
Che Guevara’nın İspanyolcadan İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevrilmiş “Günlük” kitabını okumuştum…
Hakkında Türkçe yazılmış en kısa, en sıradan özgeçmişini paylaşayım:
“Dünyaca tanınırlığı Marksist politikacı, Küba gerillaları ile Enternasyonalist gerillaların lideri oluşu ve devrimciliğinden gelir.
Doktorluk eğitimi alırken Latin Amerika’yı boydan boya gezer ve böylece toplumun karşı karşıya kaldığı fakirliği doğrudan görür.. Bu gözlemleri sonucunda bölgedeki ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmanın tek yolunun devrim olduğuna karar vererek Marksizm’i incelemeye başlar. Başkan Jacobo Arbenz Guzmán’ın önderliğinde Guatemala’nın sosyal devrimine katılır. Bir süre sonra Küba yönetimini ele geçiren Fidel Castro’nun askeri nitelikli 26 Temmuz Hareketi’nin bir üyesi olur.
Gerilla savaşı teorisi ve uygulamaları üzerine makaleler ve kitaplar yazdıktan sonra diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere katılmak üzere 1965 yılında Küba’dan ayrılır.
İlk önce Kongo-Kinşasa’ya (sonraları Kongo Demokratik Cumhuriyeti) daha sonra da CIA ve Amerikan Ordusu Özel Harekât Birlikleri’nin ortak operasyonu sonrası yakalanacağı Bolivya’ya gider.
Guevara, 9 Ekim 1967’de Vallegrande yakınlarındaki La Higuera’da Bolivya Ordusu’nun elindeyken öldürülür. Son saatlerinde yanında bulunanlar ve onu öldürenler, yargısız infaz edildiğine tanıklık etmişlerdir.
Che Guevara ölümünden sonra sosyalist, devrimci hareketlerin bir sembolü, hatta bir kahraman haline gelmiştir.”
Bugün, -herkesin kabul ettiği üzere- dünya çapında en çok tanınan ikonlardan biridir Che Guevara. Kimi kaynaklara göre de açık ara birinci.
Özet olarak ve tekrardan; “gerçekçi ol, imkânsızı iste”… diyen bir kahraman Che Guevara.
Makale gereği; Che Guevara’yı Kıbrıs ile alakalandırmamız lazım!
Madem öyle, önce Kıbrıs hakkında biraz bilgi vererek başlayalım alakalandırmaya.
Kıbrıs, bazı ülkelerle sadece coğrafi alan olarak bile kıyaslandığında ortaya elbette pek de iç açıcı sonuçlar çıkmıyor. Aşağıda kıyaslama yapılabilmesi için bazı ülkeleri ve onların rakamsal büyüklüklerini verdim… İşte bu rakamlar; okuyabilenler için, o hayalin büyüklüğünün, kültürel ve teknolojik farklılıkların dışındaki “açıklığın” da göstergeleridir. Eğitim zaten başlı başına bir konudur.
Çin Halk Cumhuriyeti: 9.706.961 km²
Japonya: 377.930 km²
Almanya: 357.114 km²
İtalya: 301.336 km²
Güney Kore: 100.210 km²
Kıbrıs: 9.251 km²
KKTC: 3.355 km²
Kaynaklardan özetleyerek okumaya devam edelim:
“Kıbrıs, Türkiye’nin güneyinde bulunan, Akdeniz’in üçüncü büyük adası. Türkiye’ye olan uzaklığı Anamur Burnundan 65 km’dir. Toroslar'ın çevrelediği Çukurova bölgesi ile Amanoslar'ın kuşattığı bugünkü Hatay bölgesi arasında bir ada olması dolayısıyla bu kara parçaları ile bir bütünlük arz eder. Aynı zamanda Hatay ile Anadolu kıyılarının teşkil ettiği İskenderun Körfezi'ne hakim bir noktada bulunduğundan bu toprakları kontrol eder durumdadır.
Kıbrıs; Türkiye sahillerinden 70, Suriye'den 100, Mısır'dan 370, Rodos'tan 400 ve Yunanistan sahillerinden 800 km. uzaklıktadır. Girintili çıkıntılı bir özelliğe sahip olan 782 km. uzunluğundaki sahilleriyle, 35° kuzey paraleli ve 35° doğu meridyeni üzerinde yer alır. Ada; kuzeyinde Kormacit Yarımadası'ndan başlayarak Karpaz Yarımadası'na doğru uzanan ve en yüksek zirveleri 1.000 metreyi nadiren aşan Girne-Karpaz Dağları, güneyinde Trodos Dağları ve bunların arasında 100 km. uzunluğunda, 10-15 km. genişliğinde bir alçak sahadan meydana gelir. Adanın doğuda ve batıda uç noktalarını teşkil eden Andreas ve Drepena burunları arası 227 km. ve güney ve kuzey istikametindeki uç noktalar olan Gata ve Kormacit burunları arası ise 97 km.'dir.
Kıbrıs; yapı ve yeryüzü şekilleri itibariyle Anadolu'nun güneyindeki Toros sistemi içinde mütalaa edilir. Hatay'daki dağ ve ovalar 130 km. güneybatıda, Kıbrıs'ta deniz seviyesi üzerine çıkarak aynı vasıflarla devam etmektedir. Derinliği birkaç yüz metrelik bir denizaltı platformu ile Anadolu'ya bağlı olan adanın temeli, batıda ve güneyde 2.000 metreden daha derin denizaltı çukurları tarafından çevrilmiştir.
Yeryüzü şekilleri ve yapısı hakkında verilen kısa bilgiler Kıbrıs Adası'nın, Anadolu Yarımadası'na akraba, hatta onun küçük bir örneği olduğunu göstermektedir. İklim bakımından da aynı paralelliği görmek mümkündür. Bitki örtüsü bakımından da Toroslarla benzerlik arz etmektedir.”
Böyle özellikleri olan bir “adada kıtalı gibi yaşamak” sloganıyla yola çıkılıp, bir hayalin peşine koşulunca bakalım nerelere varılıyor deyip; gelinen bir sonucun basına yansıyan kısmına tanıklık ettim bu hafta!
…
Kıbrıs’ta, KKTC’de günün tanığı olarak, üstelik siyasi konuların çekiciliğine ve de suyun girdabına kapılmadan; yazımı noktalayayım.
Sekiz Mart Dünya Kadınlar Günü; geçen yıl hem bir makale yazmış, hem de sunum koşulları iyi olmayan bir ortamda konferans vermiştim, “Kadın ve Sanat” üzerine.
Dün; sohbet ederken bir arkadaşım: “her gün onların günü, ancak yılda bir kere de kutluyorlar” dedi…
Hayallerinize, teknolojiye ve sanata yakın kalın…
No comments:
Post a Comment