Tuesday, December 24, 2013

Sanat, Kent ve Kültür

Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:06
22 Aralık 2013, Pazar, Lefkoşa

Kıbrıs Postası gazetesinin 14 Aralık 2013 Cumartesi günü “Yakından Sanat” köşesinde yayınlanan KKTC’de bir sanat müzesi kurulmasına ilişkin Sanat, Müze ve bir Örnek başlıklı makalem nedeni ile görüş bildiren sanatsever ve sanatla uğraşanlara çok teşekkür ederim. Bana yükledikleri sorumluluk bu konu üzerine tekrar yazmaya yönlendirdi beni.

KKTC’ye uçakla gelirken koltuk arkalarında okunmak veya alınmak için bırakılan dergileri incelediğinizde bazısında KKTC’de lüzumlu telefonlar diye bir sayfa ayrıldığını göreceksiniz.  İyi niyetle hazırlanmış bir sayfa olduğundan kuşku yok.  Ancak; Bakanlıklarla başlayan listede (KKTC genelinde var olan müzeleri arkeolojik veya etnografik olarak ayırmadığı için) epey bir “sanat” müzesinin var olduğunu görebilirsiniz! Oysa o müzelerden birinde genel olarak sanat kapsamında evrensel ölçülerde kabul gören resim, heykel, seramik ve hatta fotoğraf adına bir şeyler görebilmek nerede ise imkansız. Ki var olanların da oldukça ilgiye muhtaç olduğu ortadadır.  Özellikle müzelerin bir kentin kimliğini yansıtan ve hatta marka değerine katkı koyan varlıkları yadsınamaz.  Mesele müzelerin zaruretinin farkına varıp ona çözüm üretecek idarecilere/siyasilere doğru yolu göstermektir.

Coğrafik olarak uygarlığın beşiği olan bu bölgede son elli yılda (isteyen daha eskiye de tarihleyebilir) üretilen sanat çalışmalarının sayısının nüfusa göre çok da az olduğunu sanmıyorum. Kaldı ki genç kuşak yeni teknolojik olanaklarıyla dünyayı takip ediyor. Hatta her şeyin farkında ve fark edilmek için de mücadele veriyorlar.  Fakat bilmiyorum genlerin taşıyıcı bir özelliği midir yoksa alışkanlığa dönüşmüş bir kültürel davranış biçimi midir çözebilmek pek kolay değil bu “olumsuz” eleştirileri.  Hani bir söz der ki “bir işi yapmak isteyen yolunu, istemeyen nedenini bulur.”  Tarafların kavga etmek yerine oluşturabilecekleri sinerji sonuç için çok önemlidir. Gazete sütunlarına yansıyan eleştiriler veya “bana sormadılar” gibi egosal tatmin bekleyişleri “müzenin” duvarında bir kum tanesi bile olamaz.

Öte taraftan Çin mallarının ucuz olma özellikleri gereği hemen her alanda kendilerine pazar bulmalarından –nerede ise var olmayan- sanat piyasası da maalesef nasibini almıştır.  Taşınması sorun yaratmasın diye küçük parçalara ayrılmış resimler bir dülger aracılığıyla duvarlarda yeniden bir araya getirildiğinde ortaya komik sonuçlar çıkıyor.  Kimi zaman; çalışma ucuz olsun diye çoklu üretiliyor ki bu da başka bir vahim sorun.  Bu tür reprodüksiyonlara özenenlerin bir top kumaştan kesip çerçeveledikleri desenlerin altına imza atıp sergilemeleri; durumun cehaletine mühür, olası müzenin kapısına da çivi oluyor.

Küçük bir toplumda, sanatın farkına varıp onu “belki yatırım aracı olabilir” zihniyetine çıkabilmiş kişilere değişik ilişkilerle yukarıda sözünü etiğim Çin özentisi bu kumaş parçalarını sanat eseri diye sunmaya çalışmak hainlikle eşdeğerdir.  Soruya dökersek; elinde röprodüksiyon bulunduran “kötü” ise ona fabrikasyon kumaş deseni sunan “iyi” mi?

Böylesi bir alış-verişin olduğu toplumun kültürüne “müze” kavramını yerleştirebilmek dahi çok anlamlı olacaktır.

Değerli ve sanatla yakın kalın!

No comments:

Post a Comment