Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:30
08 Haziran 2014, Pazar, Lefkoşa
YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!
Kolaycılıkla ele alınabilecek sosyolojik konuların çekiciliğine bir kere daha kapılmadan ve yeniden sanat demeli. Israrla, usanmadan. Çünkü gerçeklerin kahrolası tarafında yetersizlik, kalitesizlik, liyakat ya da uygunluk vasıflarının nasıl ayaklar altına alındığını hatta çamurlarda sürünmekte olduğunu görmek; sanatın kimi ısmarlama yaftalılarca hunharca tahrip edilmesini duymak, bugün için belki de trajikomik bir durum. Bu durum ki toplumun “ilgili” kesimleri tarafından “beklentileri” ya da kendi kriterlerine uygunluğu açısından ele alındığından duyarsızca karşılanan, hatta alışılmış, kanıksanmış bir tepkisizlik ile sergi salonlarında resim yerine sallanan acınası bir durum. Güney-Kuzey ayrımının pek çok anlamıyla yaşandığı bir toplumda; evrensel sanat kriterlerinin farkında olarak en azından diğer ayrıştırıcı değerleri yok sayıp, sanat için gösterilen çabayı ve büyük emeklerle kat edilen mesafeyi tahrip etmek; sanatla ilgisi alakası olan biri veya birilerinin hedefleyebileceği varış noktası değildir. Öyleyse ve kısaca; ya bunlar sanatı bilmiyorlar ya da sanatı sevmiyorlar diyebilir miyiz? Belki, ikisi de! Kimdir bunlar?
Bu haftaki birinci soru bu idi, geçelim ikinci soruya. İkinci soru aslında ve bana göre bir replik: “...sorunlara kalıcı çözümler üretilmesi...” Sanattan siyasete, sağlıktan spora uzman ya da amatör herkesin sıklıkla, tekrarlayarak tükettiği bir deyiş. Kullanımı bazen “moda” haline gelen, bellek ya da ağız alışkanlığıyla kırk dakikalık bir oturumun son on dakikasında onbeş kez yinelenen bir replik. Sosyologlar ya da psikologlar bu durumu nasıl açıklar bilemem, ancak o dört kelimenin yan yana dizildiğinde ve hele de bas bir sesle kulakta defaten çınlaması pek hoş duygular uyandırmasa gerek. İşin bir de, dilbilimci veya anlambilimciler açısından da açıklaması olabilir. Mutlaka vardır da. Seçim kampanyalarının start aldığı bir dönemde sözün ya da sloganın başarısı; kolay anlaşılırlığı kadar çok çağrışım yapmasına ve “net bir şey” olarak yazılmasına bağlıdır dersek yanlış olmaz sanırım. Konu elma ise, elma demekte yarar vardır. Açıklamak için Adem ile Havva’nın meselesinden başlamaya gerek yok! Sorunlar tamam. Kalıcı, bu replikteki en tutucu sözcük! Çözüm, kilit sözcük bu bence. Üretmek tamam… Bunların hepsi için ve ayrı ayrı istisnasız olarak; ne, niye, nasıl, niçin, nerede ve kim için soruları sıralanabilir. Böylesi göreceli ve “temenni” içerikli bir replik ne kadar inandırıcıdır acep? Kimdir bunu söyleyenler?
Çözüm yaratma, en azından “kültüre” göre değişkenlikler gösterir. Örneğin sanat ortamına bakınca; birbirinden uzak bazı toplumların kimi alanlarda benzer biçimlerle ortak görsel dil ortaya koymalarına karşın; aynı dili bu toplumların kendilerine yakın diğer toplumlarla oluşturamadıkları gözlemlenmiştir. Yüzyıllardır aynı çatı altında aynı coğrafyada yaşayan kimi toplumların hala “ayrık” olarak varlıklarını sürdürebilmesini açıklamak zor olsa gerek. Uzak coğrafyadakilerle görsel bir dil oluşturacak kadar sürprizlerle dolu insanoğlu, barış gibi evrensel bir dili kullanmada neden bu kadar zorlanır? Ancak çözümün ne kadar geçerli bir süre kalacağı o üretilen dil ile ölçülebilir mi veya çözümlerarası üstünlük hangi kriterlerle test edilip ölçülebilir? Üstünlük nedir? Eğer, coğrafik olarak küçük bir kültür, kendi varlığını başlı başına üstün olarak kabul ettirmeye çalışıyorsa, buradan hareketle ve en olumlu yaklaşımla durum; toplumlararası en barışçıl araçlardan biri olan sanatla ilişkilendirildiğinde o sosyolojik yapının kendi sanatının dışındakilerini sanat olarak görmemesi, başka sorunlar üretecektir. Hatta “sorunun çözümüne yönelik atılan ve atılacak adımlara tam destek” beyanında bulunan “diğer tarafın” kaçınılmaz bir savunma refleksi ile “ötelenmeye” karşı nerede ise tüm kurumlarıyla direnmeye çalışması doğal bir hak yansıması biçiminde tezahür edecektir. Baskınlık mücadelesindeki kültürlerden hangisinin haklı ya da hangisinin üstün olduğu veya hangisinin ürettiği çözümlerin kalıcı olacağı, “tarafsızlık” söz konusu olamayacağı için ortaya çıkan durum “inisiyatifsizlik” olacaktır. Güçlerin inisiyatifsizliği… İyi niyet kamuflajlı müzakerelerde tartışılmayacaktır. Böylece daldaki beş kuş hikayesi kuşaktan kuşağa farklı versiyonlarla anlatılagelecektir. Elbette ki yarım asrı aşan inisiyatifsizlik de kuşkuyu doğasında barındıracaktır. Kuşku da soruları getirecektir örneğin; kimin çözümüdür?
Oysa bugünün kolaycı toplumlarını fastfood design metotları ile “kültürleme” ve onlara kimin üstün olduğunu dikte ettirme gücü ve aklına sahip olanlar inisiyatifi de elinde tutanlardır. Onlar ki sanatı da, çözümü de belirleyenlerdir dersek pek çok sorunun yanıtını işaret etmiş oluruz düşüncesindeyim.
“Akademinin” tutumu bilinmekle beraber; YDÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Yrd.Doç.Dr. İrfan S.Günsel’in sanatı himayesi ve çözüm girişimlerini takdirle karşılamak gerekir inancındayım. Basında yankılanan; müzakereci Doç.Dr. Kudret Özersay’ın YDÜ’ye daveti ve bilgilendirici toplantısının önemli bir girişim olduğuna inanıyorum. Ancak; sağlık sorunlarıma çözüm üretemediğim için toplantıya katılamamış olmaktan üzüntü duyduğumu belirteyim.
Çözüme ve sanata yakın kalmanız dileğimle…
No comments:
Post a Comment