Sunday, September 14, 2014

RA25, otomobil, alkış!-1

Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:44
14 Eylül 2014, Pazar, Lefkoşa

yarın ikinci kısmı yayınlanacak YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!



KKTC’de, geçtiğimiz hafta bir ilk daha yaşandı!  Yakın Doğu Üniversitesi AR-GE ekipleri tarafından tasarlanan ve üretilen, KKTC’nin enerjisini güneşten alan ilk yerli ve tescilli otomobili, RA25, YDÜ Hastanesi sergi salonunda dünyaya tanıtıldı!

Tanıtımı yapılan bir otomobildi.  YDÜ Kurucu Rektörü Dr. Suat İ. Günsel’in gerek sohbetlerinde sözünü ettiği, gerekse röportajlarında zaman zaman dillendirdiği, çocukluk düşlerinden biri olan “araba üretmenin” zorluklarını da şifreleyen “adada kıtalı gibi yaşamak” ülküsünün gerçekleşmesine bir adım daha yaklaşılıyor olmasının güzel bir göstergesiydi bu otomobil.  Şık bir tasarım ve başarılı bir gösterge.

Eskiden merakla kurcaladığım ansiklopediler ile, bugünün teknolojik olanaklarıyla ulaştığım kaynaklar, hala aynı şeyi söylüyor: “Teker, ateşin keşfinden sonra insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biridir.”

Kaynaklar, otomobil sözcüğünün; Yunanca αὐτός (autós:kendi) ve Latince  mobilis:hareket eden  sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ve başka bir hayvan ya da araç tarafından itilmeden, ya da çekilmeden kendi kendine hareket eden araç anlamına gelen Fransızca automobile  sözcüğünden Türkçeye geçmiş olduğunu yazar.  Etimolojik olarak bunun doğruluğuna inanmakla beraber, bu basit konuda bile yaptığım araştırmada, yazanların tarihi iki yönlü tarifi dikkatimi yeniden çekti.

Teker üzerinden bile yan tutmanın dayanılmaz gücüne teslim olmuşluğu görmek evet, can sıkıcı.  Bilimsel verilere rağmen; “diğerini” görmezden gelmek, yok saymak, dışlamak ve değersizleştirmek yazılı tarih kadar eski sayılır.  Düz bir mantıkla; tarihi yazan, “kendi” tarihini yazmıştır.  Çok da uzak olmayan bir tarihten örneklemek gerekirse, bu çarpıtmaların yansıması; Moskova Olimpiyatlarında siyasi, Pekin Olimpiyatlarında ise kültürel olarak yürütülen “öteleme” kampanyaları ile doruğa ulaşmıştır.  Batı ve inanç sisteminin, hemen her şeyde “kendini” referanslaması; artık satırarası bilgilerden dahi deşifre olmaktadır denilebilir.  Tarihi yazanların, kendilerini yüceltmek ve haklı çıkarmak için oluşturmaya çalıştığı yapay gerçeğin karanlığı, çarpıklığını da beraberinde taşıdığı için, karşılaştırmalı bilgi edinimi ile, “esas gerçeği” asla örtemeyecektir ümidini taşıyanlardanım.

Bu küresel bir sorun ve ona dokunmam gerekti, çünkü:

Geçtiğimiz hafta yapılan RA25 tanıtımından sonra; gazetelerdeki köşe yazarlarının çoğu, büyüyen kurumlara veya başarılı bireylere karşı eleştirilerde daha dikkatli olunması gerektiği yönünde fikir beyan ediyorlardı. Salgın bir şekilde yaşanan “çekememezlik hastalığının” uzun yıllardan beri gelen, belki de ada psikolojisinden beslenen, toplumsal bir sorun olduğuna işaret ediyorlardı.  Oysa bu hastalık sadece coğrafi ayrışmada değil, inanç sistemleri ile küresel güç kazanmış bir “kendinden olmayanı” reddetme hastalığının mikro düzeyde, adada görülmesinden başka bir şey değildir.  Çoğu siyasi parti ve genellikle iktidar tarafı beyan oluşturma gayretleri içindeki sosyologların, bu tür konulara merak uyandırmaları elbette beklenemez.  Ancak, son yıllarda tarihin, gazetelerde tefrika halinde yayınlanmasının bir nebze, bu merakın oluşmasında yararı olduğuna inanmaktayım.

Böylesi bir toplumda; kendine inanarak, ötelenme veya reddedilme çabalarını ciddiye almadan, düşleme, tasarlama ve üretme yöntemlerini başarıyla kullanarak, sonuca gidip RA25 gibi bir ilki yaratmak, fazlasıyla takdiri hak ediyor diye düşünüyorum.

Tekrar, tekere dönecek olursak: İnsanoğlu otomobili icat edene kadar pek çok yol, yöntem dener.  Örneğin; ağır nesneleri yuvarlak kütükler ve taşlar üzerinde kaydırmanın daha kolay olduğunu görürler. Taşınacak nesnelerin yerle teması kesildiği için daha kolay taşınabilir, ipler aracılığıyla istenen yöne daha kolay götürülebilir.

Doğunun gerçeklerine sırt çevirmemiş kaynaklara göre; tekerleğin Orta Asya’da M.Ö.3000’lerde kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır. Daha bugünkü anlamıyla, teknoloji diye bir olgunun varolmadığı, insanların doğayla mücadele içinde oldukları dönemde, hayat şartlarını kolaylaştırmak için binek hayvanları kullanılıyordu. Hayvanların evcilleştirilmesi de ilk kez buralarda olmuş, bu iki olaya bağlı olarak ilk hayvanlı arabalar yine bu topraklarda ortaya çıkmaya başlamıştır. Çünkü; arkeolojik araştırmalarda M.Ö.3000 -2500 yıllarına ait dört tekerli araba figürlerine rastlanmaktadır.  Dolayısı ile; eldeki bilgilere göre ilk arabanın Orta Asya’da yapıldığı varsayılmaktadır.

Tekerlek ilk önce binek hayvanlarıyla kullanılır. Daha sonra ise tekerlek yardımı ile at arabaları, kızaklar ve tarımda kullanılabilecek çeşitli araçlar elde edilir. Böylece, insanların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için gerekli olan; tarım, taşımacılık, göç gibi ihtiyaçlarını gerçekleştirmek daha kolay hale gelir.

Tekerlek, daha sonra insanların kara taşımacılığı ve diyarlararası ticaret yapmalarını kolaylaştırır. Zenginlik ve birikim yönü doğudan batıya doğru olan bu ticaretle beraber, inanç sistemi dahil büyük bir kültürel “evşirme” yaşanır. Bunu gizlemek için olsa gerek, bugünkü Batı, tarihini antik Yunana kadar getirip, orada muğlaklaştırmakta, belirginsizleştirmektedir. Yukarıda bahsettiğim reddetme stratejisinin temelinde işte bu vardır.

İlk kullanımı yük ve yolcu taşıma amacı güttüğü düşünülen arabanın, Avrupa’da ortaçağda kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır.  Tekerlikli ulaşımın 1500 sonlarına kadar Amerika’da bilinmemiş olması günümüzden geriye doğru bakıldığında ilginç olsa gerek!

Dünü hatırlayın, başarıyı takdir edin, sanatla kalın…

(devamı yarın)


No comments:

Post a Comment