Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:70
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, 16 Aralık 1977 tarihinde, 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" olarak kabul etmesi, kadınlar adına elbette önemli bir gelişmeydi. Bugün de 8 Mart! Başka bir başlıkla “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” bugün. Daha ilk paragrafta özetlersek; “insan hakları temelinde, kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına” ayrılan bir gündür bugün.
Ancak neden 8 Mart diye sorulduğunda; bugünün özgürlük ve demokrasi ihracatçısı ABD karşımıza çıkmaktadır.
“8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi haklar ve daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlar. Ancak grevi kırmak için polis, işçilere saldırır ve onları fabrikaya hapseder. Arkasından orada bir yangın çıkar. Çıkan yangında işçiler fabrikadan kaçamazlar. İşte o yangın sonucunda işçilerden 129 kadın işçi haklarını ararken ölür.”
26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılmasını önerir ve öneri oybirliğiyle kabul edilir.
Bu arada; Birleşmiş Milletlerin sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır!
Güçlüden yana pek çok sınıflamanın yapıldığı ve yaşandığı bu dünyada; genellikle kadınların karşı karşıya kaldığı ayrımcılık şu başlıklar altında toplanır:
Aile içi şiddete ve kabadayılığa maruz kalmak.
Toplumsal ve kültürel baskı.
Eğitim-öğretim imkânlarından yoksun bırakılmak.
Çalışma hakkından yoksun bırakılmak.
İş yerinde ayrımcılık ve gelir adaletsizliği.
Bugün medyaya yansıyabilen kısmından ürkütücü, kahreden sonuçlar gördüğümüz ve eve kapatılması için yoğun çabalar harcanan kadınların; ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının Cumhuriyetle kazandıkları haklarla olduğunu görmezden gelmek nankörlüktür. Nankörlüğün erdem olarak gösterildiği toplumlarda ise kadının aşağılanması yadırganmayacaktır. Temel insani haklarından yoksun bırakılmış ve bunu kabullenmiş -özellikle eğitimsiz- kadından; saçına ya da eteğine bakarak kadın sınıflaması yapan ancak, itaatkar cahiller ve nesiller yetişecektir.
Orta Doğu, tam da bu yüzden batılı efendilerine hizmet için birbiriyle öldüresiye yarışan itaatkarların bataklığına dönmüş durumda. Kendi kendi ile savaşan, yok etmeye çalışan bir anlayış. O anlayış ki yirmibirinci yüzyılda kendi kutsal mekanlarını yakıyor, yıkıyor ve de heykellerden korkuyor.
İnsan yoksa hiç bir şeyin anlamı yoktur. Eğitim yoksa kadın yoktur. Kadın yoksa gelecek yoktur. Sanatın zaten esemesi okunmaz, önemi yoktur.
Kadın haklarından sonra; sanat bağlamlı güdülerden ve dünlerden bahsetmek gerek diye düşünüyorum... Hatırlayınız geçen hafta şöyle bir laf alıntılamıştım: “Sanat, evrimsel tarihimizin bir zamanında, bütünlüğümüzü sağlamaya yardımcı olduğu ve çetin şartlara uyum sağlamamızı kolaylaştırdığı için bir gerekliliktir.”
Eğer evrimsel kazanımlar ile, bireyler arasında hayati öneme sahip olmazsa olmaz özellikler eşitse, -dişi ya da erkek- sanatsal yetileri daha iyi olanın tercih edileceği varsayılır. Burada sorun, diğer her şey aynı kaldığında kendi gündelik yaşamlarında daha zevkli olup, beceri gösterenlerin göstermeyenlere göre tercih edilmesidir.
Bu yaklaşım; estetik tercihlerimizi ve sanatsal yeteneklerimizi seks güdümüzün bir yan ürünü olarak değil, kendi başına karmaşık adaptasyonlar olarak ele alır. Diğer canlı türlerinden farklı olarak insanlar, süs ve sanat eserleri yapmak için güdüler geliştirmiştir. Ancak her iki tür güdünün de seksüel seçilim yoluyla evrilmiş olabileceği dikkate alınmalıdır.
Bugün dahi, öldüren ve öldürülen açısından bakıldığında erkekler avcı, kadınlar av statüsünde görülecektir. Çok da evrilmiş olmadığımız, sorun olarak bakıldığında daha iyi avcılara ya da daha iyi kadınlara göre daha iyi sanatçıların öne çıkmamış olmasıyla tartışılabilir. Zengin bir estetik duygusunu, insan doğasının bir parçası olarak düşünürsek, etrafındakilerin estetik olarak zevkli bulacağı şeyler üreterek, seksüel partner çekmeyi ve sosyal statü elde etmeyi insanın nasıl becerdiğini anlamak çok da zor olmayacaktır.
Evrimsel açıdan iki cins arasında bir fark oluştuysa eğer, cinsler arası eşitsizliklerin önemli ölçüde azaldığı toplumlarda kadınların da erkeklerle aynı derecede yetkin sanatsal yapıtlar üretebilmelerini nasıl açıklayabiliriz?
Kaynaklar, insan evriminin büyük bir bölümünde hiçbir şeyin profesyonelleşmesinin pek mümkün olmadığını yazar. Çünkü uygulanan işbölümü yöntemi, mesleksel değil, cinseldi. Aynı dönemde sanatın rolü daha senli benli ve her yerde hazır ve nazir bulunur biçimdeydi. Herkes bir şeyler yapardı: Aletler, giysiler, kişisel süsler, sığınaklar.
Bugün bize eşlik eden temel tüm yetilerimiz (dil dahil), 10 binlerce yıl önce mesleksel işbölümü ve uzmanlaşma ortaya çıkmadan zaten evrilmişti. Ayrıca duvar resimlerini ya da Venüs heykellerini hangi cinsin baskın olarak ürettiğini de bilmiyoruz, her iki cinsin yapmış olma olasılığı da eşittir.
Belki bugünün kadın hakları ile doğrudan ilgisi yok ama insan; yaşadığı evreni ve kendini anlayabilme ve tüm bunlara anlam verebilme çabasını; büyü, mit, bilim ve din ile sürdürür. Bu dört alanın var olabilmesi için sanat etkinliği olmazsa olmaz temel ana öğedir. Mit, din, büyü ve bilimin içinde var olan, ama kötüye kullanımı olmayan tek öğe sanattır. Mit, büyü ve dinin insanlık tarihi boyunca her zaman iyiyi temsil edemediklerini ve her zaman doğru ellerde bireyin ve toplumun iyiliğine kullanılamadıklarını rahatlıkla görebiliriz. Hatta biraz daha ileri gidilirse kadına yönelik ayrımcılığın kışkırtıcısı mit, din ve büyüdür denilebilir.
Diğerlerine kıyasla daha genç olan bilim için de, kadınla sorun hala geçerlidir maalesef.
Sanat eserinin ve sanatçının dünya üzerinde yol açtığı; ne bir savaş, ne bir zulüm, ne de bir sömürü söz konusudur.
Sanat yaptı sizi zulme, sömürüye, cinayete, doğayı yok etmeye yöneltmez.
Eğitim alın, kadına saygı duyun, sanata yakın kalın…
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, 16 Aralık 1977 tarihinde, 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" olarak kabul etmesi, kadınlar adına elbette önemli bir gelişmeydi. Bugün de 8 Mart! Başka bir başlıkla “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” bugün. Daha ilk paragrafta özetlersek; “insan hakları temelinde, kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına” ayrılan bir gündür bugün.
Ancak neden 8 Mart diye sorulduğunda; bugünün özgürlük ve demokrasi ihracatçısı ABD karşımıza çıkmaktadır.
“8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi haklar ve daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlar. Ancak grevi kırmak için polis, işçilere saldırır ve onları fabrikaya hapseder. Arkasından orada bir yangın çıkar. Çıkan yangında işçiler fabrikadan kaçamazlar. İşte o yangın sonucunda işçilerden 129 kadın işçi haklarını ararken ölür.”
26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılmasını önerir ve öneri oybirliğiyle kabul edilir.
Bu arada; Birleşmiş Milletlerin sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır!
Güçlüden yana pek çok sınıflamanın yapıldığı ve yaşandığı bu dünyada; genellikle kadınların karşı karşıya kaldığı ayrımcılık şu başlıklar altında toplanır:
Aile içi şiddete ve kabadayılığa maruz kalmak.
Toplumsal ve kültürel baskı.
Eğitim-öğretim imkânlarından yoksun bırakılmak.
Çalışma hakkından yoksun bırakılmak.
İş yerinde ayrımcılık ve gelir adaletsizliği.
Bugün medyaya yansıyabilen kısmından ürkütücü, kahreden sonuçlar gördüğümüz ve eve kapatılması için yoğun çabalar harcanan kadınların; ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının Cumhuriyetle kazandıkları haklarla olduğunu görmezden gelmek nankörlüktür. Nankörlüğün erdem olarak gösterildiği toplumlarda ise kadının aşağılanması yadırganmayacaktır. Temel insani haklarından yoksun bırakılmış ve bunu kabullenmiş -özellikle eğitimsiz- kadından; saçına ya da eteğine bakarak kadın sınıflaması yapan ancak, itaatkar cahiller ve nesiller yetişecektir.
Orta Doğu, tam da bu yüzden batılı efendilerine hizmet için birbiriyle öldüresiye yarışan itaatkarların bataklığına dönmüş durumda. Kendi kendi ile savaşan, yok etmeye çalışan bir anlayış. O anlayış ki yirmibirinci yüzyılda kendi kutsal mekanlarını yakıyor, yıkıyor ve de heykellerden korkuyor.
İnsan yoksa hiç bir şeyin anlamı yoktur. Eğitim yoksa kadın yoktur. Kadın yoksa gelecek yoktur. Sanatın zaten esemesi okunmaz, önemi yoktur.
Kadın haklarından sonra; sanat bağlamlı güdülerden ve dünlerden bahsetmek gerek diye düşünüyorum... Hatırlayınız geçen hafta şöyle bir laf alıntılamıştım: “Sanat, evrimsel tarihimizin bir zamanında, bütünlüğümüzü sağlamaya yardımcı olduğu ve çetin şartlara uyum sağlamamızı kolaylaştırdığı için bir gerekliliktir.”
Eğer evrimsel kazanımlar ile, bireyler arasında hayati öneme sahip olmazsa olmaz özellikler eşitse, -dişi ya da erkek- sanatsal yetileri daha iyi olanın tercih edileceği varsayılır. Burada sorun, diğer her şey aynı kaldığında kendi gündelik yaşamlarında daha zevkli olup, beceri gösterenlerin göstermeyenlere göre tercih edilmesidir.
Bu yaklaşım; estetik tercihlerimizi ve sanatsal yeteneklerimizi seks güdümüzün bir yan ürünü olarak değil, kendi başına karmaşık adaptasyonlar olarak ele alır. Diğer canlı türlerinden farklı olarak insanlar, süs ve sanat eserleri yapmak için güdüler geliştirmiştir. Ancak her iki tür güdünün de seksüel seçilim yoluyla evrilmiş olabileceği dikkate alınmalıdır.
Bugün dahi, öldüren ve öldürülen açısından bakıldığında erkekler avcı, kadınlar av statüsünde görülecektir. Çok da evrilmiş olmadığımız, sorun olarak bakıldığında daha iyi avcılara ya da daha iyi kadınlara göre daha iyi sanatçıların öne çıkmamış olmasıyla tartışılabilir. Zengin bir estetik duygusunu, insan doğasının bir parçası olarak düşünürsek, etrafındakilerin estetik olarak zevkli bulacağı şeyler üreterek, seksüel partner çekmeyi ve sosyal statü elde etmeyi insanın nasıl becerdiğini anlamak çok da zor olmayacaktır.
Evrimsel açıdan iki cins arasında bir fark oluştuysa eğer, cinsler arası eşitsizliklerin önemli ölçüde azaldığı toplumlarda kadınların da erkeklerle aynı derecede yetkin sanatsal yapıtlar üretebilmelerini nasıl açıklayabiliriz?
Kaynaklar, insan evriminin büyük bir bölümünde hiçbir şeyin profesyonelleşmesinin pek mümkün olmadığını yazar. Çünkü uygulanan işbölümü yöntemi, mesleksel değil, cinseldi. Aynı dönemde sanatın rolü daha senli benli ve her yerde hazır ve nazir bulunur biçimdeydi. Herkes bir şeyler yapardı: Aletler, giysiler, kişisel süsler, sığınaklar.
Bugün bize eşlik eden temel tüm yetilerimiz (dil dahil), 10 binlerce yıl önce mesleksel işbölümü ve uzmanlaşma ortaya çıkmadan zaten evrilmişti. Ayrıca duvar resimlerini ya da Venüs heykellerini hangi cinsin baskın olarak ürettiğini de bilmiyoruz, her iki cinsin yapmış olma olasılığı da eşittir.
Belki bugünün kadın hakları ile doğrudan ilgisi yok ama insan; yaşadığı evreni ve kendini anlayabilme ve tüm bunlara anlam verebilme çabasını; büyü, mit, bilim ve din ile sürdürür. Bu dört alanın var olabilmesi için sanat etkinliği olmazsa olmaz temel ana öğedir. Mit, din, büyü ve bilimin içinde var olan, ama kötüye kullanımı olmayan tek öğe sanattır. Mit, büyü ve dinin insanlık tarihi boyunca her zaman iyiyi temsil edemediklerini ve her zaman doğru ellerde bireyin ve toplumun iyiliğine kullanılamadıklarını rahatlıkla görebiliriz. Hatta biraz daha ileri gidilirse kadına yönelik ayrımcılığın kışkırtıcısı mit, din ve büyüdür denilebilir.
Diğerlerine kıyasla daha genç olan bilim için de, kadınla sorun hala geçerlidir maalesef.
Sanat eserinin ve sanatçının dünya üzerinde yol açtığı; ne bir savaş, ne bir zulüm, ne de bir sömürü söz konusudur.
Sanat yaptı sizi zulme, sömürüye, cinayete, doğayı yok etmeye yöneltmez.
Eğitim alın, kadına saygı duyun, sanata yakın kalın…