Sunday, October 18, 2015

Bomba, Albayrak, izdüşüm

Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:102



Son yedi gün içinde gündeme düşen, hatta bomba olup patlayan konular arasına dalmadan; yaşama nasıl güzellik katabilirim endişesi ile yazmak, çok da keyifli bir durum değil. Sosyal sorunlara dokunuşlarıma gelen yorumlar, beni daha çok o konuları yazmaya teşvik etse de dikkatle uzak durmaya çalışmaya devam edeceğim… Çünkü bu topraklardaki gündemin özeti; kin ve kan!

Toplum mühendislerinin yönlendirmesiyle, ulusal kanallara pompalanan ilk elektrikli araba spekülasyonlarında bile ne kadar ucuz çözümler üretildiğini sosyal medyadan duymak iç acıtıcı bir durum. Sosyal medyadan bihaberlerin izlediği TV’lerde hala arabalar tur atıyor…

Televizyonda izlediği; burnunun dibindeki bombalama olaylarını veya az ötedeki savaş görüntülerini, televizyonunu kapattığında bitti sanan bireylerden oluşmuş toplumun refleksleri, körelmiş demektir.  O nedenle daha dün olduğu gibi bugün, bugün olduğu gibi yarın “tepkisizlik” devam edecektir. Ta ki, bireyin kendisine değneğin ucu dokununcaya kadar devam edecektir… Ama bu “sıkıntıyla” sözünü ettiğim kişiler kim, kimdir bunlar, nerede yaşıyorlar, nasıl görünüyorlar, neye göre karar veriyorlar?

Herkes, kendine göre her şeyi biliyor aslında…

Yukarıda yazdıklarımla bağlantı oluşturur diye; sıkça karşılaştığım bir örneği, Martin Niemöller’in şu anekdotunu, bu köşeye de taşımak istedim: “Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkartacak kimse kalmamıştı.”

Geçen pazartesi Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezinde CTP Gazimağusa Milletvekili Dr. Arif Albayrak’ın 1. Kişisel Resim Sergisi “Sevdanın Renkleri” açıldı. Açılışa gelenler arasında eski ve yeni pek çok siyasetçi de vardı. Açılışta konuşanların hemen hepsi Ankara’daki bombalama olayına da değindiler. Barış için duyarlılıklarını ifade ettiler... Sergiye tekrar döneceğim ama araştırmalara göre toplumsal hafızamızın her geçen gün daha da kısaldığı söyleniyor. Ankara’da bomba patlatılmasından önceki hafta bir Türk bilim insanı Prof.Dr. Aziz Sancar Nobel ödülü almıştı... Görünen o ki; bu bir hafta içinde; çakma ve toplama arabaların magazinsel haberlerine, bilim yenildi maalesef!

O nedenle biz sanattan devam edelim:

“Sevdanın Renkleri” ve Arif Albayrak’ın sergi katalogunda yayınlanan dostum Mustafa Hastürk’ün yazısını, iznine teşekkürlerimle ve zorunlulukla biraz kısaltarak paylaşıyorum:

“İnsanoğlu var olduğu zamandan beridir yaşamsal nedenlerle bir şekilde sanatla ilgilenmiştir. Bu eylemi de gerçekleştirirken sanat eseri yaratma  gibi bir derdi olduğu pek de söylenemez. İlk çağlardaki mağara resimlerinden tutun da Rönesans döneminin başyapıtlarına kadar insanoğlunun ortaya koyduğu eserlerin sanat yapıtı olarak olağanüstü olduklarında bütün sanat tarihçiler hemfikirdirler.  Ancak aynı uzmanlar, bu başyapıtları üretenlerin sanat yapma ya da sanatçı olma gibi bir gailelerinin de olmadığını söylemekte bir sakınca görmüyorlar. Buna rağmen günümüzde sanat eseri üretme noktasında yanılgı içerisinde olduğu halde kendini katıksız bir sanatçı olarak görenler de olacaktır elbette. 

“Sanat yaşamdır” ilkesinden hareket ederek insanoğlunun yaşamı gereği sanat edimiyle kendi varlığının bir ifadesi olarak ilgilendiğini söyleyebiliriz. Yani sanatçıyım demek için değil  yaşamın gereği olarak ve varlıksal nedenlerle sanatla ilgilenenlerden birisidir yazı kahramanımız Arif Albayrak. O, salt bu amaçla sanatla ilgilenmiş, kendini ve bu evrendeki varlığını  sorgulamış veya ifade etmeye çalışmıştır.  “Sanat, ruhlarımızdan günlük hayatın tozunu alıp götürüverir” diyen Picasso da bu sözüyle adeta Albayrak’a destek çıkmaktadır.  

Albayrak tıp alanında kitap yazacak ve bazı ilkleri  icra edecek kadar doktorluk görevinde iddialı ve başarılı olsa da sanat eylemi varoluşsal bir nedenle hep onunla olacaktır. Ve böylece karikatür, müzik, resim yapmaktan ve bunları toplumuyla paylaşmaktan geri durmayacaktır. 

Albayrak ‘ın ilk dönem resimleri arasında gördüğümüz P.Cezanne ile Van Gogh’u anımsatan natürmortları izleyende o yaşlarda bunları yapan birisinin zaten sıra dışı bir  yetenek olduğu  izlenimi bırakırlar.  Tıpkı aynı dönemde yaptığı kübist çalışmalar gibi. Evet,  o lisans düzeyinde akademik sanat eğitimi almamıştır. Üstelik yaşam kavgasının arasında  kopuk, kopuk ve sanatın farklı dallarıyla birden meşgul olmuştur. Ancak bu onun sanat alanında söz söyleme hakkını elinden alamaz. Tıpkı hukuk profesörlüğünden sonra ünlü bir sanatçı olan W.Kandinsky gibi.

Albayrak’ın  son dönem yaptığı çalışmalarından oluşan bu katalogdaki resimler daha çok soyut dışavurumcu tarzda. Erken dönem çalışmalarındaki karikatürün etkisinden sıyrılmış ve yüzeyde uyguladığı jestüel  tavırla daha özgün bir üslup geliştirmiştir diyebiliriz. Onun bu çalışmaları şiirin sözsüz, müziğin sessiz ve sadece renklerle hayat bulması gibidir. Zaman zaman bu sessiz melodinin içine sakladığı karikatürden kalma figürleri gizemli bir görsellikle  bizi sarar ve şaşırtır. Ancak betimleme kaygısı taşıdıkları ölçüde de bizi rahatsız etme eğilimi taşırlar. 

Ruhsal bir boşalmayı mümkün kılan renklerin yüzey üzerine adeta savrulur gibi uygulanması ve bu aksiyon içerisinde boyanın dışında başka malzemelere de yer verilmesi oldukça deneysel bir çabanın ürünü olarak karşımızda durur. Bu deneysel çaba içerisinde uygulayıcı, kendi içsel sezgi ve belki de müzik ve şiirlerinin de renge dönüşmesi biçiminde bir sentezi de tıpkı bir doğum hali gibi yaşamaktadır.  Ancak soyut dışavurumculuğun genel karakteri olan bu durum Albayrak’ta zaman zaman geçmişten kalan figürlerin bu atmosfer içerisinde eritilerek kullanılmasıyla yarı soyut bir hal alır. Bu serüven nereye ve nasıl şekillenerek gider diye bir soruyu kendimize sormuş olursak şunu söyleyebiliriz; Renkler tıpkı öğrencilik yıllarında yaptığı monokrom kübist resimlerde olduğu gibi soyut ama giderek daha az rengin kullanılması ve bir denge hakimiyetiyle daha ağırbaşlı ve rafine olacaktır diye bir öngörüde bulunabiliriz belki de. Ancak bu sadece bizi bağlayan bir beklenti olur. Albayrak’ın resim serüveni hayattan süzülen güçlü pınarlarla beslenmeye ve coşkulu akmaya devam ederken zaman zaman müzik ve şiirle beslenecek zaman zaman da farklı teknik arayışlara fırsat verecektir. 

O, bunu yaparken sanatçı olmak derdiyle değil, yaşamın doğallığıyla birlikte sanatla hep iç içe olarak kendi varlığını anlamlandıracak şekilde sanat alanlarında yaşam yolculuğunu sürdürecektir. Yaşamın kendisiyle olan ilişkisinin sorgulanması eyleminde bu çoklu ifade biçimi her ne kadar parçalanmış bir çıktı veya yansıma olarak karşımıza çıksa da bir dilin diğer bir dili zenginleştirdiğini de göz ardı edemeyiz. “Tüm sanatlar kardeştir, hepsi de ötekilerin ışığı altında ilerler” diyerek F.Voltaire tam da bu noktada söze girer.

Deneyci anlayışı ve aşırı öğrenme tutkusu, onu her zaman sanatın macera dolu yolculuğunda  besleyecek en önemli kaynaklar olacaktır.”


Yakın Doğu Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nin 2015-16 Akademik yılında açacağı, BEŞ BAŞKENT BEŞ SERGİ projesi kapsamındaki sergilerinin ilki İZDÜŞÜM-A, Ankara, Galeri Çankaya’da açıldı!  Sergi, 30 Ekim’e kadar süreceği için; önümüzdeki hafta köşeme taşımayı daha uygun buldum!

Sanata yakın kalın…


1 comment:

  1. En zor günlerde bile sana sarılmak, sağlıklı bir çıkış yolu olabilir mi?

    Başarı dileklerimle.

    ReplyDelete