Uğurcan Akyüz
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:39
10 Ağustos 2014, Pazar, Lefkoşa
YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!
Geçen hafta bu sayfada yayınlanan “yerleştirme, kontenjan, yetenek” başlıklı yazım; -katılımcılar nezdinde- zamanlama ve içerik açısından “tam zamanında ve yerinde” karşılığını bularak, benim de keyif aldığım bir “taltif” ile tarihe not olarak düşüldü.
Biz bu satırları gazetede basılmış haliyle, bu Pazar gününün sabahında okumaya çalışırken, Türkiye Cumhuriyetinde Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmakta… Bu seçim de diğerleri gibi günlük yaşamımızda ve aklımızı kurcalayan baskın “gündem” olarak önem sıralarının üstündeki yerini almış durumda… Sosyolojik sınıflama ya da mesleki tercih yapmadan; “tekrar edin mutlaka inanan çıkacaktır” stratejisi ile yönetilmeye çalışılan medyanın; batı ülkelerinde, siyaseti bu kadar güncelleştirdiğini örneklemek çok zor. Bu durumun bireyin “entellik” düzeyi ve yaşam kalitesi ile doğrudan ilgili olduğu düşünülebilir.
Goebbels’in kuram ve uygulamalarını, ya da Franco’nun üç “F” formulünü buralara taşıyıp köşeyi hoplatma amacında değilim. Yine de “teşbihte hata olmaz” diyerek; Filistinliler keder, acı ve gözyaşı ile uğraşırken aynı günlerde Sayın Başbakanın futbol maçına çıkarılması büyük bir tezatın talihsiz tezahürü olarak değerlendirilebilir. Hele de ve özellikle televizyon haberlerinde (haber birliği etmişçesine) Başbakanın futbol maçındaki gol sevincini gösterip ardından da İsrail bombalarıyla yıkılmakta olan Gazze ve perişan çocuk haberlerini vermek; Sayın Başbakan için de, medya için de “propaganda” açısından iyi bir “iş” değildi kanısındayım.
Türkiye’de ve ardından KKTC’de yapılan yerel seçimlerin henüz ateşi düşmeden; tek kale “futbol” oynar gibi yürütülen Cumhurbaşkanlığı secim propagandaları ile, daha önce hamura çevrilmiş belleklerin istenildiği gibi biçimlendirilmesi ve yönlendirilmesine tanık olmak; pek yaşanası bir durum değil. Uygar ülkeler kendi süreçlerini yüzyıl önce tamamlamışken; bu topraklarda 21.yüzyılda tarım toplumundan sanayi toplumuna henüz geçişin olmadığını görmek de pek yaşanası bir durum değil. İzlenen tarım politikaları nedeni ile, köylerden kentlere göç ettirilenlerle, yeni bir “toplayıcı” toplumun neden oluşturulduğunu, sonuçtan geriye doğru tahlil etmek zor olmasa gerek.
Seçim arifesindeki genel duruma bakıldığında, medyada yer alan taraflı siyasi değerlendirmeler ile “izinle” asılabilecek her yere asılan görsellerin analizinden “dengeli” sonuçların çıkmayacağını söylemek mümkün. Toplayıcılaştırılmış toplum için yazılanların analizini uzmanlarına bırakarak; açık ve net olarak şu söylenebilir ki, üç adaydan bir tanesini mutlaka Çankaya’ya çıkaracak çalışmaların, sadece tasarım ve rethorik açısından bile ne kadar sorunlu oldukları açıktır. Konuya ilişkin eleştiriler, şimdilik kısık ve ancak cılız seslerle dile getirilebiliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun; seçim kampanyalarının kalitesi ne kadar değişiklik gösterirse göstersin; kesinlikle “bir kazanan” ve ardından bakakalan diğerleri var olmuştur. “Güçlüye demokrasinin” bu gerçeği seçimler var olduğu sürece var olmaya devam edecektir. Yine o bir başka gerçektir ki, yürütülen propaganda kampanyalarından kazananın kampanyası, en az eleştiriyi, dolayısı ile, en çok övgüyü alacaktır! Ama her durumda; daha önceki seçim kampanyalarında olduğu gibi; bu kampanyalar da Grafik Tarihi’ndeki yerini alacaktır...
Tarihine tanık olduğum; 12 Eylül darbesinin ardından yapılan ilk seçimler için kurulan, logosu horoz olan bir parti; yürüttüğü kampanya ile açık ara önde görünürken; bir gecede her şeyin değiştiğini ve seçimi kaybettiğini o dönemi yaşayanlar hatırlayacaktır! Ne o parti, ne de o dönem ve sonrasında kazanıp da, uzun yıllar iktidar olmuş bir diğer partinin bugün esemesi dahi okunmuyor. O günlere ve o dönemin partilerine ilişkin bugün; Grafik tarihinin ve elbette sosyolojinin tozlu rafları arasında yerini almış “malzemelerdir” okunanlar. Bundan hareketle; kapitalizmin “fastfood” yöntemiyle “design” ettiği toplumlarda ideolojiden boşaltılan yeri, artık hızlı bir şekilde “çıkaroloji” doldurduğu için, tarihin tekerrürü olasılığı da şimdilik göz ardı edilmektedir denilebilir.
Bu sayfada yayınlanan, nerede ise her yazımda özellikle Sanat, Grafik ve/veya Grafik Tasarım kavramlarını kullanmaya çalıştığım malumunuzdur. Bu kavramları yukarıdaki tartışmalar ile ilintilendirdiğimizde, büyük bir çark olarak “propagandanın aracı” statüsünde ancak ele alınabileceklerini kabullenmek gerekiyor. Diğer türlü bağlantı kurmak veya buraya kadar gelebilmek kuşkusuz güç olurdu. Öyleyse; bugünkü yazının içinde geçen “propagandanın” ne olduğuna bir bakalım! Kaynaklar; propaganda teriminin, Katolik Kilisesi tarafından 1622 yılında oluşturulan “Congragatio de Propaganda Fide”den geldiğini, Türkçe “İtikadı Yayma Cemiyeti” anlam karşılığına geldiğini de söyler. İlk zamanlar bu cemiyet, kuruluş amacı doğrultusunda, dinsel anlamda görüşleri yaymak ve fikirleri değiştirmek hedefli kullanılmış olmakla beraber, yine kaynaklara göre, gizli ajandasında “düşünsel denetimi sağlamak” olduğu ifade edilmektedir.
Terence Qualter’in; bir zamanlar Yakın Doğu Üniversitesinde de görev yapmış olan değerli bilim insanı Ünsal Oskay’ın çevirisi ile “Propaganda Teorisi ve Propagandanın Gelişimi” kitabında dediği gibi: “Propaganda; bir bireyin ve grubun başka bireylerin veya grupların tutumlarını belirleyip biçimlendirmek, kontrol altına almak veya değiştirmek için, haberleşme araçlarından yararlanarak ve bu bireylerin veya grupların belirli bir durum veya konumdaki tepkilerinin kendi amaçlarına uygun tepkiler şeklinde olacağını umarak giriştikleri bilinçli bir faaliyettir.”
Bu kadar güncel ve etkin bir silahın kendini ifade edebilmesi için özellikle grafik tasarım ve yan dallarına ihtiyaç duyacağı açıktır.
Bugünkü seçim sandığını bir yanda tutarak; çok oportünist bir çıkarımla, medyada propagandalarını yapmaları ve insanları ikna etmeleri için “onların” grafik tasarımcılara hep gereksinimi olacak ve mutlaka “tasarlanacak” bir işleri için yolları sizin “oraya” düşecektir!
Çünkü; gerçek başarı inanıyorum ki, grafik tasarımı Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültelerinde okumuş, öğrenmiş ve yetkinleşmiş olanlarla elde edilebilir... Ancak bugünlerde, entelektüel düzeylerine göre “mesleki” tercih etme hakkını kullanmada, üniversite kapılarında bekleyenlere ayrıcalık tanınmalı!
Dünyada barış olsun, seçim de olsun, sanat da olsun…
Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:39
10 Ağustos 2014, Pazar, Lefkoşa
YAZININ KUPÜRÜ VE METNİ AŞAĞIDADIR!
Geçen hafta bu sayfada yayınlanan “yerleştirme, kontenjan, yetenek” başlıklı yazım; -katılımcılar nezdinde- zamanlama ve içerik açısından “tam zamanında ve yerinde” karşılığını bularak, benim de keyif aldığım bir “taltif” ile tarihe not olarak düşüldü.
Biz bu satırları gazetede basılmış haliyle, bu Pazar gününün sabahında okumaya çalışırken, Türkiye Cumhuriyetinde Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmakta… Bu seçim de diğerleri gibi günlük yaşamımızda ve aklımızı kurcalayan baskın “gündem” olarak önem sıralarının üstündeki yerini almış durumda… Sosyolojik sınıflama ya da mesleki tercih yapmadan; “tekrar edin mutlaka inanan çıkacaktır” stratejisi ile yönetilmeye çalışılan medyanın; batı ülkelerinde, siyaseti bu kadar güncelleştirdiğini örneklemek çok zor. Bu durumun bireyin “entellik” düzeyi ve yaşam kalitesi ile doğrudan ilgili olduğu düşünülebilir.
Goebbels’in kuram ve uygulamalarını, ya da Franco’nun üç “F” formulünü buralara taşıyıp köşeyi hoplatma amacında değilim. Yine de “teşbihte hata olmaz” diyerek; Filistinliler keder, acı ve gözyaşı ile uğraşırken aynı günlerde Sayın Başbakanın futbol maçına çıkarılması büyük bir tezatın talihsiz tezahürü olarak değerlendirilebilir. Hele de ve özellikle televizyon haberlerinde (haber birliği etmişçesine) Başbakanın futbol maçındaki gol sevincini gösterip ardından da İsrail bombalarıyla yıkılmakta olan Gazze ve perişan çocuk haberlerini vermek; Sayın Başbakan için de, medya için de “propaganda” açısından iyi bir “iş” değildi kanısındayım.
Türkiye’de ve ardından KKTC’de yapılan yerel seçimlerin henüz ateşi düşmeden; tek kale “futbol” oynar gibi yürütülen Cumhurbaşkanlığı secim propagandaları ile, daha önce hamura çevrilmiş belleklerin istenildiği gibi biçimlendirilmesi ve yönlendirilmesine tanık olmak; pek yaşanası bir durum değil. Uygar ülkeler kendi süreçlerini yüzyıl önce tamamlamışken; bu topraklarda 21.yüzyılda tarım toplumundan sanayi toplumuna henüz geçişin olmadığını görmek de pek yaşanası bir durum değil. İzlenen tarım politikaları nedeni ile, köylerden kentlere göç ettirilenlerle, yeni bir “toplayıcı” toplumun neden oluşturulduğunu, sonuçtan geriye doğru tahlil etmek zor olmasa gerek.
Seçim arifesindeki genel duruma bakıldığında, medyada yer alan taraflı siyasi değerlendirmeler ile “izinle” asılabilecek her yere asılan görsellerin analizinden “dengeli” sonuçların çıkmayacağını söylemek mümkün. Toplayıcılaştırılmış toplum için yazılanların analizini uzmanlarına bırakarak; açık ve net olarak şu söylenebilir ki, üç adaydan bir tanesini mutlaka Çankaya’ya çıkaracak çalışmaların, sadece tasarım ve rethorik açısından bile ne kadar sorunlu oldukları açıktır. Konuya ilişkin eleştiriler, şimdilik kısık ve ancak cılız seslerle dile getirilebiliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun; seçim kampanyalarının kalitesi ne kadar değişiklik gösterirse göstersin; kesinlikle “bir kazanan” ve ardından bakakalan diğerleri var olmuştur. “Güçlüye demokrasinin” bu gerçeği seçimler var olduğu sürece var olmaya devam edecektir. Yine o bir başka gerçektir ki, yürütülen propaganda kampanyalarından kazananın kampanyası, en az eleştiriyi, dolayısı ile, en çok övgüyü alacaktır! Ama her durumda; daha önceki seçim kampanyalarında olduğu gibi; bu kampanyalar da Grafik Tarihi’ndeki yerini alacaktır...
Tarihine tanık olduğum; 12 Eylül darbesinin ardından yapılan ilk seçimler için kurulan, logosu horoz olan bir parti; yürüttüğü kampanya ile açık ara önde görünürken; bir gecede her şeyin değiştiğini ve seçimi kaybettiğini o dönemi yaşayanlar hatırlayacaktır! Ne o parti, ne de o dönem ve sonrasında kazanıp da, uzun yıllar iktidar olmuş bir diğer partinin bugün esemesi dahi okunmuyor. O günlere ve o dönemin partilerine ilişkin bugün; Grafik tarihinin ve elbette sosyolojinin tozlu rafları arasında yerini almış “malzemelerdir” okunanlar. Bundan hareketle; kapitalizmin “fastfood” yöntemiyle “design” ettiği toplumlarda ideolojiden boşaltılan yeri, artık hızlı bir şekilde “çıkaroloji” doldurduğu için, tarihin tekerrürü olasılığı da şimdilik göz ardı edilmektedir denilebilir.
Bu sayfada yayınlanan, nerede ise her yazımda özellikle Sanat, Grafik ve/veya Grafik Tasarım kavramlarını kullanmaya çalıştığım malumunuzdur. Bu kavramları yukarıdaki tartışmalar ile ilintilendirdiğimizde, büyük bir çark olarak “propagandanın aracı” statüsünde ancak ele alınabileceklerini kabullenmek gerekiyor. Diğer türlü bağlantı kurmak veya buraya kadar gelebilmek kuşkusuz güç olurdu. Öyleyse; bugünkü yazının içinde geçen “propagandanın” ne olduğuna bir bakalım! Kaynaklar; propaganda teriminin, Katolik Kilisesi tarafından 1622 yılında oluşturulan “Congragatio de Propaganda Fide”den geldiğini, Türkçe “İtikadı Yayma Cemiyeti” anlam karşılığına geldiğini de söyler. İlk zamanlar bu cemiyet, kuruluş amacı doğrultusunda, dinsel anlamda görüşleri yaymak ve fikirleri değiştirmek hedefli kullanılmış olmakla beraber, yine kaynaklara göre, gizli ajandasında “düşünsel denetimi sağlamak” olduğu ifade edilmektedir.
Terence Qualter’in; bir zamanlar Yakın Doğu Üniversitesinde de görev yapmış olan değerli bilim insanı Ünsal Oskay’ın çevirisi ile “Propaganda Teorisi ve Propagandanın Gelişimi” kitabında dediği gibi: “Propaganda; bir bireyin ve grubun başka bireylerin veya grupların tutumlarını belirleyip biçimlendirmek, kontrol altına almak veya değiştirmek için, haberleşme araçlarından yararlanarak ve bu bireylerin veya grupların belirli bir durum veya konumdaki tepkilerinin kendi amaçlarına uygun tepkiler şeklinde olacağını umarak giriştikleri bilinçli bir faaliyettir.”
Bu kadar güncel ve etkin bir silahın kendini ifade edebilmesi için özellikle grafik tasarım ve yan dallarına ihtiyaç duyacağı açıktır.
Bugünkü seçim sandığını bir yanda tutarak; çok oportünist bir çıkarımla, medyada propagandalarını yapmaları ve insanları ikna etmeleri için “onların” grafik tasarımcılara hep gereksinimi olacak ve mutlaka “tasarlanacak” bir işleri için yolları sizin “oraya” düşecektir!
Çünkü; gerçek başarı inanıyorum ki, grafik tasarımı Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültelerinde okumuş, öğrenmiş ve yetkinleşmiş olanlarla elde edilebilir... Ancak bugünlerde, entelektüel düzeylerine göre “mesleki” tercih etme hakkını kullanmada, üniversite kapılarında bekleyenlere ayrıcalık tanınmalı!
Dünyada barış olsun, seçim de olsun, sanat da olsun…
No comments:
Post a Comment