Kıbrıs Postası, YAKINDAN SANAT köşe yazısı no:65
Emin Çizenel kimdir sorusuna bir internet sitesinde şöyle bir yanıt buldum: “Resim sanatçısı Emin Çizenel, 1949 yılında Limasol’a bağlı Malya köyünde doğdu. İstanbul’da Güzel Sanatlar eğitimi aldı. 1979 yılından beri Kıbrıs’ın iki yanında ve yurt dışında 30’un üzerinde kişisel sergi açtı. Birçok ortak sergiye katıldı. Birçok “Kültür ve Sanat Ödülü” sahibidir. Kıbrıslı Türkler’in en ünlü resim sanatçılarından biridir. Halen çalışmalarını Kıbrıs’ta Lapta köyündeki atölyesinde sürdürmektedir.”
Bu haftaki yazıya ben de bu “atölyeden” başlayarak gireyim. Çizenel’in atölyesini ilk ziyaret edişimizi yazayım:
Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinin kuruluşundan sonra sürdürdüğümüz etkinlikler içinde kuşkusuz sanatçı/ustalarla paneller düzenlemek de önemli bir tanışma tartışma ortamı sunuyordu öncelikle öğrencilerimize ve sonra da sanat severlere. İşte bunlardan 13 Mart 2008’de gerçekleştirdiğimiz Plastik Sanatlar ile ilgili bir panelde; Yeditepe Üniversitesinden Prof. Zahit Büyükişleyen, Prof. Fevzi Karakoç, Yrd.Doç. Gürbüz Doğan Ekşioğlu ve Marmara Üniversitesinden Prof. Nilay Büyükişleyen vardı… Aynı gün panel sonrasında Zahit Büyükişleyen hocanın arzusu üzerine Emin Çizenel’in atölyesini Erdal Aygenç ve Raif Dimililer’i de ekibe alarak ziyaret ettik. Bir sanatçı için önemi ve mahremiyeti “özel” olan “atölye nedir” sorusunu başka bir yazıda yanıtlama hakkımı saklı tutarak… Yine de zorunlu olarak yazmam gerektiğine inandığım iki cümleyle: Sanat yolculuğunda biriktirdiği pek çok özel nesnenin varlığı ile dolu ortamda; düşüncenin çizgiden resme görselleştirilme aşamalarının ekolandığı duvarlarla çevrili çok özel bir mekan Çizenel’in bu atölyesi. Ancak ben; o resimler, heykeller, dosyalar, boyalar, fırçalar, kitap ve dergiler yanında o mumları unutmadım!
Sonrasında Emin Çizenel ile pek çok görüşmemiz ve konuşmamız oldu, ancak; benim için farklılık taşıyan yönü ile 27 Kasım 2013 tarihi, notlarım arasında öne çıkmaktadır. O tarihte Emin Çizenel “Yakından Sanat” TV programımın konuğu olmuştu. (Bu, okumakta olduğunuz “Yakından Sanat” köşesi/sayfası ile aynı günlerde ve aynı isimle kamuoyu önüne çıkmaya başlayan bana ait iki sanat paylaşım ortamımdır bunlar!)
İlk konuğum Anber Onar’dan sonraki ikinci programım olması nedeniyle ve özellikle bu konuk olma kısmını biraz açmam lazım. Çünkü; kamera, ışık, ses, koltuk, oturma şekli ve hele de zamanın kullanımı konusunda tam da acemiliğin ne olduğunun farkındalığı ile çektiğimiz bir program… İşin elbette “sohbet” için bilgi hazırlığı, soru sormadan konuğu ve konuyu açma kısmının da ne kadar emek, sabır ve sakinlik gerektirdiğini deneyimleyerek öğrendiğim, heyecanlı bir dönemdi o dönem…
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde güncel sanatı bilen, takip eden uygulayan kim var denilince akla gelen ilk isimlerden biri veya kanımca ilk isim diyebileceğimiz Emin Çizenel’in geçen hafta, Aksak Ritim (Syncopated Rhythms) isimli yeni bir sergisi açıldı Argo Galeri'de.
Sanat sever özelliğini yıllar içinde birkaç adım daha ileri götürüp artık yerli ve yabancı sanatçıların çalışmalarından oluşan önemli bir koleksiyonun sahibi, Yakın Doğu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Şenol Bektaş ile birlikte Hikmet Uluçam, Mustafa Hastürk, Hasan Zeybek ve ben açılışa gittik.
Sanatçının ve o sergisinin daha iyi anlaşılabilmesi, okunabilmesi için dağıtılan manifestoların ben oldukça gerekli ve yararlı olduğuna inanıyorum. Çünkü, ihtiyaç duyulduğunda görmek ve anlamak için ışık tutuyorlar. Aksak Ritim (Syncopated Rhythms) manifestosunda özet olarak şunlar yazılıydı: gözün iris’inden, kulağın zarı’ndan; dalga kırılmalarının geçmesinden meydana gelen, körlük ve sağırlık anı… Düşünce zirvelerindeki iniş ve çıkışları taşır dalgalardaki melodi ve yansımalar … Bu yansımalar doku gibi bir şeylerin üzerine sinmiştir ancak göz onu hiç bir zaman göremez. Eko yapar ama duyulmaz… Hissedilir ama dokunulamaz… İşte bu paradoksun sesi, biçimi aksaklıktır, “aksak ritim”dir.
Sergi uzamında Emin Çizenel bir anlamda; entellektuel ve psikolojik deneyimleri ile ortada olan sorunlu durumları uzlaştırmaya çalışır. Sergi “durum raporlarını” yeniden yapılandırır ve onları açıklar. Bu durum raporları; yeniden kurulan ve keşfedilen bellek, kırsaldan kente kayan mekan, yaşamın arzuyu denetlemedeki rolü, kabul edilen farklılıkların yıkılması sonucunda doğan sosyal ve psikolojik sonuçlar, dönüştürücü cinsiyet konseptleri, kaygan ve çelişkili kültürel normlar ve tabulara işaret etmektedir. Bu norm ve tabuların üzerine oturttuğu sosyal ve kültürel bağlamadaki çelişkileri, ironik bir sunumla, hem resim hem de video kullanarak izleyici ile küçük notlar eşliğinde buluşturması, onun sıklıkla kullandığı provakatif bir yöntem olarak da değerlendirilebilir.
Sanatıyla provokasyon yapmayı seven Çizenel’in “Kendi Resmim Üstüne Birkaç Not” yazısını sizinle paylaşmamın doğrudan bilgilendirme açısından en azından bu yazı kapsamında daha yararlı olacağını düşündüm: “Derin yazgıları olan bir coğrafyanın ortasında oturup, kendinizi bile “metaforlaştırdığınız” bir durum ve ahval var aslında. İnsana dair ne varsa, sizin de içinde olduğunuz ve onlarla kurduğunuz yaşamın anlamı, altı çizilmiş cümlelerinizle size bir dil oluşturuyor.
Benim resmim, koloni dönemleri yaşamış bir kuşağın, savaşların, didişmelerin ve belirsizliklerin, ama hiç bitmeyen umutların omurgalaştırdığı bir vücuda oturuyor. Metaforik, imgelem gücü olabilen ana başlıklarla kurulu, ve açılımlarını maddeleştiren bir espas.
Malzemenin, her zaman bir derin kimya olabileceğini düşünürken, ona verdiğim kabiliyeti, hareketli bir zeminde paylaşırken, tam da o macaranın ortasında olmayı yeğliyorum. Dil, plastik bir çözümleme sürecinin, entelektüel alanlarında, “şimdiki dünyalı” olmanın hızında algılanmalıdır.
Kavramlar ve teori üretme yerine, kendi kendini kavramsallaştıran “işin”, kendi yaşam sürecini kurmaya çalışıyorum. Kurulanlar, kendi uçurumlarıma köprülerdir de. Ve her yeni uçuruma kurulacak yeni köprüler.
Bu sergide de malzeme, kışkırtan yüzeylere doğru dağılırken, “dürtülen” bir şeyler vardı. Tam da istediğim huzursuzluk.
“Provokasyon” ana başlığı ile oluşan bu proje, “Seçilmiş Ağaç”, “Phoenix Again” gibi başlangıç projelerinin yol açtığı bir süreci izlemektedir. Bu işler, mum isinin ortaya çıkardığı izlerle oluşmaktadır. Ve Emin Çizenel’in bu işlerine, mum isinin dolaştığı “aksak ritim”deki soyut yüzeylerde kodladığı manayla birlikte, anarşist bir aşkı yaşamın içinde tutan, bir diğer okuma ile başlanabilir.”
Mumlar sönmesin, resimler aksamasın, sanat devam etsin…
Eğitim alın, sanata yakın kalın…
Emin Çizenel kimdir sorusuna bir internet sitesinde şöyle bir yanıt buldum: “Resim sanatçısı Emin Çizenel, 1949 yılında Limasol’a bağlı Malya köyünde doğdu. İstanbul’da Güzel Sanatlar eğitimi aldı. 1979 yılından beri Kıbrıs’ın iki yanında ve yurt dışında 30’un üzerinde kişisel sergi açtı. Birçok ortak sergiye katıldı. Birçok “Kültür ve Sanat Ödülü” sahibidir. Kıbrıslı Türkler’in en ünlü resim sanatçılarından biridir. Halen çalışmalarını Kıbrıs’ta Lapta köyündeki atölyesinde sürdürmektedir.”
Bu haftaki yazıya ben de bu “atölyeden” başlayarak gireyim. Çizenel’in atölyesini ilk ziyaret edişimizi yazayım:
Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinin kuruluşundan sonra sürdürdüğümüz etkinlikler içinde kuşkusuz sanatçı/ustalarla paneller düzenlemek de önemli bir tanışma tartışma ortamı sunuyordu öncelikle öğrencilerimize ve sonra da sanat severlere. İşte bunlardan 13 Mart 2008’de gerçekleştirdiğimiz Plastik Sanatlar ile ilgili bir panelde; Yeditepe Üniversitesinden Prof. Zahit Büyükişleyen, Prof. Fevzi Karakoç, Yrd.Doç. Gürbüz Doğan Ekşioğlu ve Marmara Üniversitesinden Prof. Nilay Büyükişleyen vardı… Aynı gün panel sonrasında Zahit Büyükişleyen hocanın arzusu üzerine Emin Çizenel’in atölyesini Erdal Aygenç ve Raif Dimililer’i de ekibe alarak ziyaret ettik. Bir sanatçı için önemi ve mahremiyeti “özel” olan “atölye nedir” sorusunu başka bir yazıda yanıtlama hakkımı saklı tutarak… Yine de zorunlu olarak yazmam gerektiğine inandığım iki cümleyle: Sanat yolculuğunda biriktirdiği pek çok özel nesnenin varlığı ile dolu ortamda; düşüncenin çizgiden resme görselleştirilme aşamalarının ekolandığı duvarlarla çevrili çok özel bir mekan Çizenel’in bu atölyesi. Ancak ben; o resimler, heykeller, dosyalar, boyalar, fırçalar, kitap ve dergiler yanında o mumları unutmadım!
Sonrasında Emin Çizenel ile pek çok görüşmemiz ve konuşmamız oldu, ancak; benim için farklılık taşıyan yönü ile 27 Kasım 2013 tarihi, notlarım arasında öne çıkmaktadır. O tarihte Emin Çizenel “Yakından Sanat” TV programımın konuğu olmuştu. (Bu, okumakta olduğunuz “Yakından Sanat” köşesi/sayfası ile aynı günlerde ve aynı isimle kamuoyu önüne çıkmaya başlayan bana ait iki sanat paylaşım ortamımdır bunlar!)
İlk konuğum Anber Onar’dan sonraki ikinci programım olması nedeniyle ve özellikle bu konuk olma kısmını biraz açmam lazım. Çünkü; kamera, ışık, ses, koltuk, oturma şekli ve hele de zamanın kullanımı konusunda tam da acemiliğin ne olduğunun farkındalığı ile çektiğimiz bir program… İşin elbette “sohbet” için bilgi hazırlığı, soru sormadan konuğu ve konuyu açma kısmının da ne kadar emek, sabır ve sakinlik gerektirdiğini deneyimleyerek öğrendiğim, heyecanlı bir dönemdi o dönem…
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde güncel sanatı bilen, takip eden uygulayan kim var denilince akla gelen ilk isimlerden biri veya kanımca ilk isim diyebileceğimiz Emin Çizenel’in geçen hafta, Aksak Ritim (Syncopated Rhythms) isimli yeni bir sergisi açıldı Argo Galeri'de.
Sanat sever özelliğini yıllar içinde birkaç adım daha ileri götürüp artık yerli ve yabancı sanatçıların çalışmalarından oluşan önemli bir koleksiyonun sahibi, Yakın Doğu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Şenol Bektaş ile birlikte Hikmet Uluçam, Mustafa Hastürk, Hasan Zeybek ve ben açılışa gittik.
Sanatçının ve o sergisinin daha iyi anlaşılabilmesi, okunabilmesi için dağıtılan manifestoların ben oldukça gerekli ve yararlı olduğuna inanıyorum. Çünkü, ihtiyaç duyulduğunda görmek ve anlamak için ışık tutuyorlar. Aksak Ritim (Syncopated Rhythms) manifestosunda özet olarak şunlar yazılıydı: gözün iris’inden, kulağın zarı’ndan; dalga kırılmalarının geçmesinden meydana gelen, körlük ve sağırlık anı… Düşünce zirvelerindeki iniş ve çıkışları taşır dalgalardaki melodi ve yansımalar … Bu yansımalar doku gibi bir şeylerin üzerine sinmiştir ancak göz onu hiç bir zaman göremez. Eko yapar ama duyulmaz… Hissedilir ama dokunulamaz… İşte bu paradoksun sesi, biçimi aksaklıktır, “aksak ritim”dir.
Sergi uzamında Emin Çizenel bir anlamda; entellektuel ve psikolojik deneyimleri ile ortada olan sorunlu durumları uzlaştırmaya çalışır. Sergi “durum raporlarını” yeniden yapılandırır ve onları açıklar. Bu durum raporları; yeniden kurulan ve keşfedilen bellek, kırsaldan kente kayan mekan, yaşamın arzuyu denetlemedeki rolü, kabul edilen farklılıkların yıkılması sonucunda doğan sosyal ve psikolojik sonuçlar, dönüştürücü cinsiyet konseptleri, kaygan ve çelişkili kültürel normlar ve tabulara işaret etmektedir. Bu norm ve tabuların üzerine oturttuğu sosyal ve kültürel bağlamadaki çelişkileri, ironik bir sunumla, hem resim hem de video kullanarak izleyici ile küçük notlar eşliğinde buluşturması, onun sıklıkla kullandığı provakatif bir yöntem olarak da değerlendirilebilir.
Sanatıyla provokasyon yapmayı seven Çizenel’in “Kendi Resmim Üstüne Birkaç Not” yazısını sizinle paylaşmamın doğrudan bilgilendirme açısından en azından bu yazı kapsamında daha yararlı olacağını düşündüm: “Derin yazgıları olan bir coğrafyanın ortasında oturup, kendinizi bile “metaforlaştırdığınız” bir durum ve ahval var aslında. İnsana dair ne varsa, sizin de içinde olduğunuz ve onlarla kurduğunuz yaşamın anlamı, altı çizilmiş cümlelerinizle size bir dil oluşturuyor.
Benim resmim, koloni dönemleri yaşamış bir kuşağın, savaşların, didişmelerin ve belirsizliklerin, ama hiç bitmeyen umutların omurgalaştırdığı bir vücuda oturuyor. Metaforik, imgelem gücü olabilen ana başlıklarla kurulu, ve açılımlarını maddeleştiren bir espas.
Malzemenin, her zaman bir derin kimya olabileceğini düşünürken, ona verdiğim kabiliyeti, hareketli bir zeminde paylaşırken, tam da o macaranın ortasında olmayı yeğliyorum. Dil, plastik bir çözümleme sürecinin, entelektüel alanlarında, “şimdiki dünyalı” olmanın hızında algılanmalıdır.
Kavramlar ve teori üretme yerine, kendi kendini kavramsallaştıran “işin”, kendi yaşam sürecini kurmaya çalışıyorum. Kurulanlar, kendi uçurumlarıma köprülerdir de. Ve her yeni uçuruma kurulacak yeni köprüler.
Bu sergide de malzeme, kışkırtan yüzeylere doğru dağılırken, “dürtülen” bir şeyler vardı. Tam da istediğim huzursuzluk.
“Provokasyon” ana başlığı ile oluşan bu proje, “Seçilmiş Ağaç”, “Phoenix Again” gibi başlangıç projelerinin yol açtığı bir süreci izlemektedir. Bu işler, mum isinin ortaya çıkardığı izlerle oluşmaktadır. Ve Emin Çizenel’in bu işlerine, mum isinin dolaştığı “aksak ritim”deki soyut yüzeylerde kodladığı manayla birlikte, anarşist bir aşkı yaşamın içinde tutan, bir diğer okuma ile başlanabilir.”
Mumlar sönmesin, resimler aksamasın, sanat devam etsin…
Eğitim alın, sanata yakın kalın…
No comments:
Post a Comment